Perşembe, Nisan 25, 2024
spot_imgspot_img

Top 5 This Week

spot_img

Related Posts

AB İKLİM GÜVENLİĞİ

Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte güvenlik anlayışında da farklılıklar oluşmuştur. Geleneksel güvenliğin (askeri) yanı sıra yeni güvenlik anlayışı ortaya çıkmıştır. Yeni güvenlik anlayışlarından birisi de iklim güvenliğidir. Çevresel güvenliğin alt araştırması olan iklim güvenliği; kuraklık, seller, vb. doğal afetlerin artması neticesinde ülkelerin bu sorunlara yönelik politikalar üretmelerinin neticesinde oluşmuştur. Literatürde iklim güvenliği, ulusal, insani, uluslararası ve ekolojik güvenlik boyutlarıyla incelenmektedir.

Güvenlik tanımı 1994 İnsani Kalkınma Raporu’nda, ’hastalık, açlık, işsizlik, suç, sosyal çatışma, politik baskı ve çevresel tehditlerden korunma’ olarak tanımlanmaktadır. (UNDP, 1994). Kopenhag Okulu’nun önemli temsilcilerinden olan Buzan için çevresel güvenlik, ‘tüm insan faaliyetlerinin dayandığı temel destek sistemi olarak yerel ve küresel biyosferin korunmasıyla’ ilgilidir. Uluslararası düzeyde güvenlik ve çevre kavramını ele alan ilk belge

‘Ortak Geleceğimiz’ raporudur. Raporda ele alınan konular; çevre ve güvenlik ilişkisi, ‘Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre’ başlığı altında ele alınmıştır. Çevresel baskıların güvenliğe, güvenliği sağlamaya yönelik politikaların da çevreye olan etkisi irdelenmiştir. (Atmış, 1984).

Homer-Dixon’a göre iklim güvenliği; halihazırda kıt olan kaynaklar dünyanın birçok yerinde çatışma alanı yaratıyorken, yenilenebilir kaynakların nicelik ve niteliklerindeki azalış, nüfus artışı ve kaynakların eşitsiz dağılımıyla birlikte kaynakları daha da kıtlaştıracak, bu durum ise göçe ve azalan ekonomik verimliliğe neden olacaktır. Bu sonuçlar devletleri güçlerini yitirebilecekleri duruma getirerek, çatışmalara zemin hazırlayabilecektir (Homer-

Dixon, 1994). Günümüz küresel siyasetiyle birlikte iklim güvenliği bir güvenlik sorunu olarak ele alınan ve tartışılan konular arasına girmiştir ve BM ve BM’ye bağlı kuruluşlar, AB, ulus devletler, STK’lar gibi birçok aktör tarafından ele alınmaktadır.

AB’nin temellerinin atıldığı Roma Antlaşması’nda çevre konuları ele alınmamıştır.

AB’nin gündemini belirleyen Avrupa Komisyonu, 1970’lerden beri AB’nin çevre politikasına sahip olmasını öngören ve üye devletler üzerinde herhangi bir bağlayıcılığı olmayan tavsiye metinler hazırlamıştır (Wysokinska, 2016). Çevre sorunlarına ve konuya ilişkin duyarlılık 1972 Paris Zirvesi ile Birliğin çevre alanına müdahil oluşu başlamıştır.

1980’lerin başında çevresel hassasiyetlerin yansıması olarak Avrupa Tek Senedi ile

AB’nin çevre konularına müdahil olması resmiyet kazanmıştır.1987’de imzalanan Tek Senedi ile ortak çevre politikalarında bütünleşme politikaları oluşturulmuştur. Bu politikalarla

çevrenin korunması ve çevre kalitesinin artırılması AB’nin temel hedefleri arasında yer

almıştır. Ayrıca politikalarda kirleten öder, çevresel hasarların acil durum olarak algılanması gibi ilkelere de yer verilmiştir. AB’nin küresel iklim değişikliği mücadelesinde ön plana

çıkması bu politikalardan sonra olmuştur.

Özellikle iklim güvenliği konusunda öncülük eden ve lider olarak görülen AB, başta Çin ve ABD gibi ekonomileri oldukça gelişmiş ülkeler ekonomilerini gelişmelere bağlı olarak şekillendirmektedir (Schreurs, 2016). 2001 yılında ABD’nin Kyoto Protokolü’nden resmi

 

olarak çekilmesiyle birlikte AB, küresel ölçekte iklim değişikliğine karşı verilen çabada lider konumuna yükselmiştir.

1990 sonrası dönemde AB’nin küresel ölçekte iklim değişikliğine karşı verilen mücadelede temel hedefi, uluslararası bağlayıcı anlaşmaların imzalanmasını sağlamak olmuştur. Ayrıca AB’nin küresel ölçekte iklim değişikliği alanında gerçekleşmesi için çaba sarf ettiği temel hedef, sanayi devrimi öncesi döneme kıyasla yaşanan sıcaklık artışını ortalama iki derecede tutmaktadır. 1996’da AB üyesi ülkelerinin Çevre Bakanlarından meydana gelen Avrupa Konseyi’nde benimsenen hedef, Paris Sözleşmesi ile AB’nin yoğun baskıları neticesinde küresel hedef olarak kabul edilmiştir. AB’ye sınırlar dahilinde gündem belirleme hakkı tanınmıştır. İklim değişikliği ile mücadele etmek üzere sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek, kalkınma yardımları sağlanması, çevrenin korunması ve iklim değişikliğiyle mücadele edilmesine katkıda bulunan teknolojilerin ihraç edilmesi, AB’nin uluslararası imajını da olumlu etkilemiştir. Bu durum AB’nin uluslararası siyasetteki gücünü ve ekonomik ilişkilerini de beslemektedir (Schreurs, 2016).

2020 yılında Kyoto Protokolü’nün yürürlük süresinin dolmasıyla yeni bir uluslararası sözleşme üretmek için görüşmelere hızla başlanmıştır. Bu durum için gerçekleştirilen

Kopenhag Zirvesi, AB açısından beklemediği sonuç olmuştur. AB uzun zamandır çabaladığı geniş kapsamlı, bilimsel temeller üzerine inşa edilen, iddialı ve bağlayıcı küresel uluslararası sözleşmesi hedefine ulaşamamıştır. Kopenhag Zirvesi’nde AB beklentilerinin aksine, gayri

resmi mutabakata varılabilmiştir. AB’nin, İklim Değişikliği konusunda yüksek standartlar belirlenmesi konusunda ısrarcı bir tutumda davranması Zirve’de olumsuz netice oluşturmuştur ve konuyla ilgili tutumunda değişikliğe gitmek zorunda kalmıştır.(Martin, 2012).

Önceki zirvelerle de ortak nokta, küresel rejimin belirlenmesidir. Paris Zirvesi, AB’nin dört temeli üzerinde oluşturulmuştur; uluslararası bağlayıcı sözleşme imzalanması, adil, iddialı ve ölçülebilir sera gaza salınımlarını azaltma hedeflerinin benimsenmesi; açıklığı ve hesap verebilirliği sağlamak adına herkes için geçerli ortak kuralların belirlenmesidir.

(Oberthür & Groen , 2017). Paris Sözleşmesi’ne bakıldığında AB’nin öncelikleri hayata geçirme konusunda oldukça başarılı olduğu görülmektedir.

Tuğba Çelik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popular Articles