Cuma, Nisan 26, 2024
spot_imgspot_img

Top 5 This Week

spot_img

Related Posts

BİR VAROLUŞ MÜCADELESİ: FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ

Ortadoğu her açıdan önemli bir bölge olduğundan özellikle global imparatorlukların varlığından beri kontrol edilmeye çalışılan bir bölge olmuştur. Yıllar yılı süren ve sürekli birbirini doğuran yeni çatışmalar, yeni bölgeler fethetme gayesi bölge insanlarının ihmal edilmesini kaçınılmaz kılmıştır. Bu ihmal ediliş yine bölge insanlarının çeşitli gruplar altında (silahlı-silahsız) toplanıp ‘bir varoluş mücadelesi’ vermesine sebep oldu. Bu mücadelelerden ön plana çıkanı hiç kuşkusuz Filistin Kurtuluş Örgütü olmuştur.
1948’den beri İsrail işgaline karşı Filistin halkının yürüttüğü bağımsızlık mücadelesi, kendi siyasi yapı ve aktörlerini yaratmıştır. Bu noktada Filistin sorunu hakkında öngörüde bulunabilmek için, Filistin siyasetinde yer alan aktörlere yakından bakmak, kendi iç mücadelelerini anlamak ve bu aktörlerin kişisel olarak savundukları değerleri öğrenmek gerekmektedir.

ÖRGÜTÜN KURULUŞU VE YÜKSELİŞİ

Filistin sorunu için atılacak adımların kendi kontrolleri altında yürütülmesini isteyen Arap hükümetleri Ocak 1964’te Kahire Arap Birliği Zirvesinde FKÖ’nün kurulması kararını aldılar. Arap hükümetleri tarafından, Ahmet Şukayri Filistin Halkının temsilcisi seçilmiş ve bir konsey oluşturulmuştur. Yalnızca 4 ay sonra Doğu Kudüs’te toplanan konsey, FKÖ’yü resmen kurmuştur. Özellikle dönemin Mısır lideri Cemal Abdul Nasır tarafından fazlasıyla desteklenen örgüt için bir fon oluşturuldu. Bağımsız bir Filistin kurmayı amaçlayan FKÖ, şemsiye niteliğinde bir yapı olup birbirinden farklı pek çok örgütü, siyasi partiyi ve bağımsız figürleri bünyesinde barındırır. FKÖ’nün kurulması Arap-İsrail çatışmasında yeni bir sertleşmenin belirtisi gibi görünüyordu ama aslında bütün sürecin ana amaçlarından biri, Irak ve Suriye’de Baas rejimleri ile Nasır arasında doğmakta olan çelişkileri yumuşatmak ve Filistin direnişini mevcut Arap rejimlerinin denetimi altında tutmaya devam etmekti.
Nasır’ın 1967’de İsrail’e kaybettiği ‘6 Gün Savaşı’ndan sonra Arap milliyetçiliği (Nasır’ın Pan-Arabizmi) etkisini yitirmiş ve oluşan bu atmosferde FKÖ bağımsızlaşıp güç kazanmaya başlamıştır. Savaşın maddi düzeydeki sonuçları Filistinlilerin hayat standartlarının düşmesine neden olmuş, diğer yandan FKÖ, Filistin sorununun işbaşındaki Arap yönetimlerinden kısmen bağımsızlaşmış, kendi örgütlerini kurmuştur. Sorunun Filistinlilerin katkısı olmadan çözülemeyeceği düşüncesi yalnızca Filistinliler arasında değil Arapların arasında da kök saldı. Düzenli ordunun yenilgisi gerilla savaşının önünü açtı. Aynı tarihlerde FKÖ’nün barındırdığı gruplardan biri olan El-Fetih bu anlamda sivrilmeye başlamıştı bile. Filistin davasına en fazla sahip çıkan El-Fetih için ayrı parantez açmakta yarar var. Kurulduğu günden başlayarak Filistin milliyetçiliğini her şeyin üstünde tutan El-Fetih, kurucu davasını Komünizm, Baasçılık ya da Arapçılık gibi doktrinlere bağlamamaya dikkat etmiştir. Filistin anavatanını yeniden elde etme hedefi vurgulanmış ve modern direniş hareketlerini çeşitli tarihsel Filistin olaylarıyla ilişkilendirmişlerdir. Böylece El-Fetih/FKÖ liderliği, Filistin boyutunu Arap-İsrail çatışmasına yerleştirmeyi ve bir Filistin milli kimliği oluşturmayı başarmıştır.
El-Fetih Kudüs’te aynı gün içerisinde 1 sulama kanalı ve 1 fabrikayı havaya uçurmuş ve bir otelin önünde bombalı eylem yapmıştı. Olaylardan sonra ilk kez kendi adını kullandığı bir ilan yayınladı.  İlanda, ‘Bugün Filistin halkı kendi kaderini kendi ellerine almaya karar vermiştir’ deniliyordu. El-Fetih’in hızlı yükselişi ve yaydığı esinle Filistin halkı yeni gerilla örgütlerini yaratıyordu. El-Fetih’in eylemlerine karşılık İsrail yoğun bir misillemeye girişti ve Ürdün Irmağı’nın doğu kıyısındaki El Karame mülteci kampına saldırdı. İsrail’in buraya saldırmasının nedeni, örgütün bölgeyi karargâh olarak kullanmasıydı. El-Fetih ilk kez gerilla taktiği uyarınca geri çekilmektense, İsrail ordusuna karşı düzenli savaşa girdi ve geri püskürtmeyi başardı. Böylelikle ilk kez Arap askeri gücü düzenli savaş koşullarında İsrail’e karşı savaş kazandı. Bu zafer bir milattı, çünkü Arap-İsrail çatışmasında yeni bir kart çekildi, gerilla kartı. Tıpkı zamanında Yahudilerin yaptığı gibi. Bu tür başarılar, Arapları da gerilla savaşı içinde aktif rol almaya yöneltti. Bu konudaki öncülüğü savaştan hemen sonra Halk Kurtuluş Savaşı Öncüleri örgütünü ve onun askeri kanadı olan Saika’yı (Yıldırım) kuran Suriye’deki Baas rejimi yaptı.

Arap Dünyasında Yeni Bir Lider

1969 yılına gelindiğinde, El-Fetih’in kurucu liderlerinden olan Yaser Arafat, FKÖ’nün en önemli organı olan Filistin Ulusal Konseyi’nin yeni başkanı oldu. Yaser Arafat’ın gelişiyle diplomasiye ağırlık verilmiş, örgüte ‘sürgün hükümet’ niteliği kazandırmıştır.
FKÖ, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren uluslararası alanda kabul görmeye başlamıştır. Özellikle mülteci kamplarında okul ve sağlık klinikleri işletiyor, Lübnan’da çeşitli üretim faaliyetleri yürütüyordu. Diğer yandan Filistin halkının meşru temsilcisi olarak kabul görmek için diplomatik girişimlerde bulunmaktaydı. Nitekim çabalarının karşılığını aldı ve 1974’te Arap Birliği’nin Rabat zirvesinde FKÖ, Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak tanınmıştır. Aynı tarihte Arafat FKÖ Başkanı olarak BM Genel Kurulunda bir konuşma yapmış, FKÖ’ye BM Genel Kurulunda gözlemci statüsü verilmiştir. FKÖ böylece Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü ve Birleşmiş Milletler tarafından Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak kabul edilmiştir.
FKÖ, 1974’te kabul ettiği On Nokta Programı ile İsrail’in 1948 Savaşı sonrası elde ettiği topraklardan çekilmesi talebinden vazgeçip, iki devletli çözümü tanımış ve İsrail’in 1967 öncesi sınırlarına çekilmesini öncelikli hedef haline getirmiştir. Bu durum, FKÖ’ye uluslararası alanda meşruiyet kazandırırken, İsrail’e karşı tavizkar davranması ise örgüt içinde bölünmeye neden olmuştur. Nitekim Red Cephesi olarak bilinen ve sol militan örgütlerden oluşan grup, programın sunduğu iki devletli çözüme karşı çıkarak FKÖ’den ayrılmıştır.
1977 yılında yaşanan bir gelişme tüm dünyaya, özelde Arap dünyasına şok etkisi yarattı. 19 Kasım 1977’de Mısır lideri Enver Sedat, İsrail’i ziyaret edip İsrail Parlamentosunda bir konuşma yapıyordu. Ona yıllardır düşmanlık besleyenler dikkatle konuşmayı takip ediyor, kendi halkı ve soydaşları konuşmayı televizyondan canlı izliyorlardı. O anın etkisi Berlin Duvarı’nın yıkılması kadar önemliydi. 1979 yılında Arap Dünyası ikinci bir şoka daha uğradı, Kissinger vasıtasıyla, Camp David’te görüşen Sedat ve İsrail başbakanı M.Begin antlaşma imzalamıştı. Yaşanan bu ikinci şokla birlikte E.Sedat Arap Dünyası’ndan aforoz edilecekti. Nitekim Sedat çok geçmeden (1981) aşırı unsurların gazabına uğrayacaktı.

İntifada

1987 yılı, hem Filistin halkı açısından hem de Filistin’deki İslami hareket açısından bir başka dönüm noktası oldu. İsrail’in tüm Filistin topraklarını işgal etmesinin 20. yılında Filistin halkı kitlesel olarak direnmeye başlıyordu. İntifada olarak adlandırılacak olan bu uzun direniş aslında Filistin Meselesi ile ilgili rolü bulunan herkese verilen bir “artık yeter” cevabıydı. Bu cevap, bir yönüyle İsrail işgaline ve bu işgale ses çıkarmayan Batılı devletlere verilen bir cevapken, diğer yandan soruna duyarsız kalan Arap ülkelerine ve Filistinli örgütlerin yöneticilerine gönderilen net bir mesajdı. Vurgulanması gereken bir başka nokta ise Hamasın kuruluşunda ve evriminde İntifadanın ve Filistin halk direnişinin etkisi olduğu gibi, İntifadanın evrimi ve sürmesinde de HAMAS’ın varlığı önemlidir.
1. İntifada, 8 Aralık 1987’de İsrail işgaline karşı Filistinlilerin yükselen mücadelesi için Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) öncülüğünde başlamıştı. Arapca “silkip atma” anlamına gelen İntifada hareketi işgal altındaki bölgelerde silah kullanmadan taşlarla yaptıkları meşhur kalkışmalarda Filistin halkı tarafından başlatılmıştı. 1987 yılının Aralığı boyunca devam eden ayaklanmalar, gösteriler ve çatışmalar Filistin halkının tümünü kapsayıcı bu milli ateş küçük çocukları, kadınları, gençleri ve yetişkinleri tutmuştu. İsrail’e karşı iktisadi boykot, polisi taşlama, Yahudi mülteci kamplarına saldırılar, Filistin Devleti’ni kurma adına gösterilerle I. İntifada kendini Filistinlilerin tek savunma çaresi olduğuna dönüşmüştü. İsrail’in buna karşı tepkisi oldukça sertti. İsrail yönetimi, İntifadaya ve İsrailli sivillerin öldürülmesine, kontrol noktaları ve sınırlarda Filistinlileri öldürerek cevap verdi. İsrail yerleşim bölgelerine yapılan saldırıların karşılığı ise Filistin kasabalarının ve köylerinin bombalanıp, binlerce evin oturulamaz hale getirilmesi oldu. Filistin kasaba ve köylerinin dış dünya ile bağlantısı askeri kontrol noktaları, fiziki yer bariyerleri, beton bloklar ya da metal duvarlarla kesildi. Bugüne kadar inşaatı devam eden İsrail’in beton duvarı artık 650 kilometre uzunluğunda olmuş ve yüksekliği 6 ve bazı yerlerde 8 metreye çıkan bu duvar Berlin Duvarından daha yüksek ve daha uzundur. Filistinlilerin İsrailli göçmenler tarafından öldürülmesi ve saldırılara maruz kalması tamamıyla cezasız kalmıştı. Filistinliler de işgal altındaki topraklarda seyahat eden İsrail plakalı arabalara saldırıp, alışveriş merkezlerinde ve restoranlarda bombalar patlatmıştı. İsrailliler, kalabalık caddelerde, kafelerde ve işgal altındaki topraklarda yer alan yollarda bulunmaktan çekinirken, Filistinliler evlerinde ya da dışarıda, özellikle de kontrol noktalarında hiçbir sebep yokken kayıtsız ve ihmalci askerler tarafından öldürülme korkusu içindeydi.
İntifada İsrail toplumunun da Filistin Sorunu karşısındaki pozisyonunda radikal sayılabilecek değişikliğe neden olmuştur. İntifadanın vurgulanarak bahsedilmesi gereken bir etkisi de FKÖ siyasetinin önemli bir değişim geçirmesine yol açmasıdır. FKÖ’nün Filistinlilerin simgeselliğini yitirme tehlikesiyle karşılaşması ve İntifada ile birlikte HAMAS’ın Batı Şeria, daha çok da Gazze Şeridi’nde etkin bir aktör olarak ortaya çıkması olmuştur. FKÖ siyasetindeki değişimin ilk belirtisi Filistin Ulusal Konseyi’nin 12 – 15 Kasım 1988’de yaptığı 18. oturumunda bütün fraksiyonlarının katılımıyla başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin Devleti’ni tek taraflı bir biçimde deklare etmesiyle açığa çıkmıştır. Filistin Devleti’nin noktasal sınırları tanımlanmamış, BM Genel Kurulu’nun 1947’de aldığı 181 sayılı karara göre belirlenmiştir. 181 sayılı karar Filistin’i Yahudi Devleti ve Arap Devleti olarak ikiye bölen kararıydı.

SONUÇ

Yaser Arafat, hayatının son dönemlerinde FKÖ ile İsrail arasında on yıllardır devam eden anlaşmazlıkları sona erdirmek için, İsrail hükümeti ile bir dizi müzakereye girişti. Bunların arasında 1991 Madrid Konferansı, 1993 Oslo İlkeler Antlaşması ve 2000 Camp David Zirvesi bulunuyor. İslamcılar ve FKÖ’nün bazı sol kanat mensupları örgütün yozlaştığını ve İsrail hükümetine çok fazla taviz verdiğini belirterek muhalif oldular. 1994 yılında Arafat, Oslo’da yapılan müzakerelerden ötürü Yitzhak Rabin ve Şimon Perez ile birlikte Nobel barış ödülüne layık görüldü. Bu esnada HAMAS ve diğer militan örgütler gücü ele geçirerek El-Fetih ve Arafat otoritesini sarstı. 2004 yılının sonlarında Ramallah’ta bulunan binalarda 2 yılı aşkın bir süredir İsrail Ordusu tarafından zorla tutulmaktayken Arafat hastalandı ve 11 Kasım 2004te 75 yaşında hayatını kaybetti. Arafat’ın ölümünden sonra FKÖ genel sekreteri Mahmut Abbas FKÖ’nün başkanı seçildi.
FKÖ bugün devam eden varlığı ile Filistin Ulusal Otoritesini yürüten siyasal bir parti gibi işlev görüyor.

Mehmet Usal

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popular Articles