Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte dünya hızlı bir şekilde küreselleşmeye doğru hareket etmiştir. Bu küreselleşme ile birlikte tehdit aktörlerinin sayısı hızla artmıştır. Tehdit aktörlerinin sayısının artmasına bağlı olarak ise tehdit aktörlerinin ana unsurları da değişmiştir. İlk başlarda herhangi bir tehdit devletler bazında ele alınır ve güvenlik önlemleri de o düzeyde kalırdı. Fakat 21.yüzyılda hızla gelişen teknoloji ile birlikte karşılıklı bağımlılıklar artmış, bir bölgeden ya da sadece tek bir devletten bahsetmek imkansız olmuştur. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olay kolayca dünyanın diğer bölgelerini de etkilemektedir. Bu duruma en güzel ve en güncel örnek ise 2019 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) Wuhan kentinde ortaya çıkan Covıd-19 virüsüdür. Covıd-19 ya da SARS-COV-2 enfeksiyonunun etkileri günümüzde hala geçerliğini korumaktadır. Bir grup tarafından Covıd-19 mevsimse bir grip, doğal yolla ortaya (bir yarasadan bulaştığı) çıktığı düşünülmektedir. Diğer grup ise Covıd-19 bir biyolojik silah olduğunu düşünmektedir ve bu doğrultuda virüsü biyoterörizm olarak adlandırmaktadır. Biyoterörizm tanımlanmasında tek bir tanım yapılamamaktadır. Bu kapsamda Gostin’e göre; biyoterörizm hükümetin davranışını etkilemek için bir bireye, hayvana, bitkiye ya da diğer canlı organizmaya zarar vermek için bir patojen veya biyolojik ürünün kasıtlı kullanarak sivil nüfusa korku ve panik yaşatmaktır (Lawrence ve diğerleri; 2002). Bir başka tanıma göre ise; tarımı bozmak, çiftlik canlılarını yok etmek, çevreyi kirletmek ve kasıtlı olarak bile isteye gıda zehirlenmesi yoluyla topluma zarar vermektir. Bir diğer tanımlama ve uluslararası güvenliği tehdit eden boyutu ise; biyolojik silah olarak yapılan tanımlamasıdır. Bu tanımlamaya baktığımızda ise biyolojik silahın diğer silahlara göre saklanması, korunması, üretilmesi, gizlemesi daha kolaydır. Ekonomik olarak düşünüldüğünde ise yine maliyeti daha kolaydır. Bu unsurların yanında biyolojik silah yapmak için illaki hükümet desteği aranmaz. Bireyler kendiliğinden uygun koşulları sağlamaları ile kolayca bu silah türü için çalışabilmektedirler (Turan ve Özgüven, 2021; 76). Üstelik kamufle edilmesi kolaydır. Bunun yanında kolayca, suya, gıdaya, hayvana enjekte edilip, hastalık/virüs çoğaltılabilir. Virüsü yapan kişi/kuruluş/örgüt bulunması zordur. İlk olarak virüsü istediği yerden başlatabilir ve sorumluluğu üstlenmedikçe, uluslararası toplum tarafından cezalandırılamaz. Nükleer silahlara, kimyasal silahlara baktığımızda ise biyolojik silahların doğaya daha az zarar verdiği önemli ölçüde dikkat çekmektedir. Bunun yanında etki alanı diğer iki türe daha geniştir. (Biyolojik silahlar; kolayca ve ucuza mal edilmeleri, etki alanlarının genişliği, etkilerinin kalıcı olması, kullanımlarının olay olması, kullanıldıklarının geç anlaşılması gibi özellikleri ile kitle imha silahlarından ayrılırlar.) Bu özelliklerinin yanında biyolojik silahlara “fakir ülkelerin kitle imha silahı” olarak adlandırılanlarda vardır (Kiremitçi, 2014; 34).
Özellikler | Nükleer Silah | Kimyasal Silah | Biyolojik Silah |
Ağırlık | 1 Megaton | 15 ton | 10 ton |
Etki Alanı | 300 km2 | 60 km2 | 100 bin km2 |
Tahribat | % 90 ölüm | %50 ölüm | %75 ölüm ya da %50 ağır hasta |
Maliyet | 800 $ | 600$/ km2 | 11$/ km2 |
Tablo 1.: Kitle İmha Silahlarının Genel Özelliklerinin Karşılaştırılması (Kitle İmha Silahları Raporu, 2006)
Durumun önemini daha iyi vurgulamak için ise Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO), Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü ve Biyolojik Silahlar Konvansiyonunun raporlarına göre dünyada, bireylere karşı biyolojik silah olarak kullanılabilecek 43 adet mikroorganizma bulunmaktadır. Bu mikroorganizmaların içerisinde 15 adet bakteri, 24 adet virüs, 2 adet mantar ve 2 adet parazit bulunmaktadır. Bu gelecekte muhtemel silah araçları hakkında SSCB’nin biyolojik silah uzmanı Alıbek; “Dünya üzerinde nükleer silahların yarattığı ölümcül etkilerden kat ve kat daha güçlü biyolojik silahlar üretilmiş durumdadır.” şeklinde yorumlamıştır (Alıbek’ten çeviren Özgür, 2006). Bu yorum günümüzde koşullarında hale güncelliğini korumaktadır.
Biyolojik silahlara baktığımızda ise bireylerin yaşadığı ilk çağlara kadar etkisinin olduğunu görmekteyiz. Bilinen en büyük biyolojik silah saldırısı ise 1346 yılında Kırım Savaşında gerçekleşmiştir. Bu savaşta Ukrayna olarak bilinen Kaffa şehrinin surlarına mancılık yöntemi ile “yersinia pestis” enjekte virüslü, ölü bireyler atılmaktaydı. Bu virüsten kaçan Kaffalı bireyler ise virüsü daha geniş bir kitleye yaymış ve veba etkeni geniş bir bölgeye yayılmıştır. 1348-1352 yılları arasında Avrupa bölgesinde “kara ölüm” olarak adlandırılan veba saldırının yayılmasında etkili olduğu düşünülmektedir (Dökmeci ve Çavlan, 2020; 844). 1860-1865 Amerikan İç Savaşı sırasında Kuzeyli General Sherman’ın hatırlarında savaşı kazanmak için karşı tarafın askerlerini zehirlemek amacı ile su kuyularına hayvan cesetlerini bıraktıkları yazmaktadır. Ayrıca yine bir biyolojik silah türü olarak sarıhumma ve çiçek hastalığını geçiren ya da o sırada bu hastalıklara yakalanan bireylerin kıyafetleri dağıtıldığı da yine tarihi belgelerde yazmaktadır (Frischknecht, 2003).
- yüzyıla gelindiğinde ise biyolojik silahların etkisinin hızla arttığını ve etki alanın genişlediğini görmekteyiz. Devletler, biyolojik silahları giderek kendi çıkarlarına kullanmaya başlamışlardır. I. Dünya Savaşı sırasında Almanların şarbon ve ruam hastalıklarını düşman ittifaklarının at, sığırlarına gizlice bulaştırdığı, buna ek olarak ise kendi uçaklarını kullanarak özellikle çocukları hedef alan çikolata ve oyuncakları havadan atmaktaydılar. Bu çikolata ve oyuncaklar da ise veba hastalığı vardı. Savaşı kazanmamanın yolu bilenen silahların yanında düşmanı alt etmek ve toplumlarda kargaşa yaratmak amacıyla biyolojik silahların kullanımına dair bir örnektir. Biyolojik silahların kullanımının artması ve hedef kitlesinin giderek genişlemesi ile birlikte 1925 yılında 108 devletin katılımı ile birlikte Cenevre Protokolü imzalanmıştır. Bu protokol ile birlikte kimyasal ve biyolojik silah kullanımını yasaklanmıştır. Fakat protokolde biyolojik silahların araştırılması, üretilmesi ve stoklanmasına dair yasak getirilmemiştir (Wheelis, 2004). Bu da protokolü imzalayan devletlerin bile biyolojik silah araştırmasını engelleyememiştir. Protokol bir anlamda sadece isim olarak kalmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında teknolojik gelişmeler ile birlikte biyolojik silah laboratuvarları gelişmiştir. Bu gelişmeye ek olarak ise devletler savaş esirlerini kobay olarak kullanmaya başlamıştır. Bu duruma örnek olarak ise Japonya’nın II. Dünya Savaşı sırasında Mançurya’yı işgalinde yaşanmıştır. Bu işgal sırasında Japonya, “Ünite 713” adlı ana merkezde, biyolojik silah araştırması, geliştirmesi yapmıştır. Bu deneyler sonucunda ise hapishane mahkumlarına şarbon, kolera, veba etkenleri enjekte edilmiştir. Bu enjekte sonucu olarak ise yaklaşık olarak 10.000 birey ölmüştür. Mançurya bölgesinde kullanılan diğer biyolojik silah ise pirelere veba virüsünün enjekte edilip uçaktan atılması olmuştur (Dökmeci ve Çavdar, 2020; 845).
- yüzyıla gelindiğinde ise teknolojinin hızla gelişmesi, insan vücuduna ilişkin bilgilerin artması, internetin yayılması, bireylerde ve hayvanlarda bulunan hücrelere ait bilinmezliklerin yavaş yavaş gizemini yitirmesi ile biyolojik silahların kullanımı giderek artmıştır. Bu kapsamda 21. yüzyılın bilim ve akıl çağı olması bütün canlıları etkilemiş ve bu alandaki ar-ge çalışmaları giderek artmaktadır ve artacaktır.
Sars | Kuş Gribi | Domuz Gribi | Covıd-19 | |
Yer | Çin Halk Cumhuriyeti | Vietnam | Meksika | Çin Halk Cumhuriyeti |
Mevsim | Kasım/Kış | Şubat/Kış | Mart/İlkbahar | Aralık/Kış |
Zirve noktası | 1 | 1 | 1 | 1 |
Çıkış nedeni | Egzotik Hayvan Pazarından | Göçmen Kuşlardan | Domuz Çiftliklerinden | Egzotik Hayvan Pazarından |
Yıl | 2003 | 2005 | 2009 | 2019 |
Tablo 2: 21.yüzyılda Küresel Salgınların Karşılaştırılması
Tablo da görüldüğü üzere 21.yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmadan birçok kez küresel saldın meydana gelmiştir. Bu salgınların en büyüğü ise günümüzde etkisinin halen devam ettiği Covıd-19’dur. Bu salgınların genel olarak hayvanlardan çıkması ve akabilinde ise ilaçlarının/aşılarının ortaya çıkması kuşku uyandırmaktadır. Bu salgınlardan dünya etkilenmiştir. Fakat şirketlere bakıldığında bu işten karlı çıktıkları görülmektedir. Bunun yanında dünya giderek küçülmektedir. Bir bölgedeki olay kısa süre içinde dünyanın tamamını içine almaktadır. Teknolojinin gelişmesi ile dünya büyük bir köy haline gelmektedir. Küreselleşme ile birlikte salgınların giderek sayısının artması beklenecektir. Bireyler dünya ya en az zararı vererek birbirleri üzerinde siyasi, ekonomik yükümlülük kurmak isteyeceklerdir. Bunu yükümlülüğü/baskıyı kurarken ise yine dünya ya dost görünmek zorundadırlar. Bu dostluğu, baskıyı kullanmak için ise biyolojik silahlar anonim yapılarından kaynaklı iyi bir seçenek olarak etkisini, gücünü göstermiş ve ilerleyen yıllarda da gösterecektir.
Gaye Bozkurt
Kaynakça:
Dökmeci, A.H. ve Çavdar, B. (2020). Biyolojik Silah; Biyolojik Savaşlar, Pandemiler ve Covıd-19. EJONS International Journal on Mathematic, Engineering and Natural Sciences, C: 16, Sa:4, s. 841-859.
FRISCHKNECHT, F. (2003). The history of biological warfare, EMBO reports, 4, S47-S52.
Kiremitçi, İ. (2014). Küresel Boyutta Biyolojik Terör Tehdidi. Savunma Bilimler Dergisi, C:13, Sa: 2, s.27-58.
Lawrence O. Gostin, Jason W. Sapsin ve diğerleri (2002), ‘‘The Model State Emergency Health Powers Act: Planning for and Response to Bioterrorism and Naturally Occurring Infectious Diseases’’, The Journal of the American Medical Association, , C:288, Sa: 5, s. 622-628.
Özgür, S. (2006). Geleceğe Yönelen Tehdit Kitle İmha Silahları. İstanbul, IQ Yayıncılık.
Turan, S. ve Özgüven, F.(2021). 21.Yüzyılda Uluslararası Terörizme Yeni Bir Bakış: Biyoterörizm. İstanbul Rumeli Üniversitesi Uluslararası Güvenlik Sempozyumu. S.73-84.
WHEELIS, M. (2004).A short history of biological warfare and weapons. The implementation of legally binding measures to strengthen the biological and toxin weapons convention, Springer: 96