Günümüzde uluslararası arenada en çok tartışılan ve zaman zaman Türkiye’yi dahi çıkmaza sokan ‘’İran nükleer krizi’’bölge devletlerinin ve batılı ülkelerin tehdit algılamalarına göre zamanla şekillenmiştir.
İran’ın ilk nükleer reaktör inşa etme girişimi,dönemin ABD başkanı Eisenhower’ın ‘’Barış için atom’’adlı konuşmasıyla başlar.Bu süreçten sonra ABD müttefiklerinin nükleer reaktör edinmelerini teşvik etmiştir.Nitekim o dönemde İran,ABD’nin müttefiki olmakla beraber,Sovyetlere karşı da gözetleme görevini görmesi sebebiyle nükleer reaktör kullanımına teşvik edilmiştir.
1968 yılına gelindiğinde İran ilk 5 megavatlık nükleer reaktörünü Tahran Üniversitesi’nde inşa etti.1970 yılında ise ‘’Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NTP)’nı imzaladı ve 1973 yılında da Atom Enerjisi Kurumu’nu kurdu.
ABD’nin ünlü teknoloji üniversitesi MIT ile 1975 yılında anlaşarak İran’lı fizikçi bilim adamlarının eğitilmesi kararlaştırıldı.Bunu takiben ABD’den sekiz adet nükleer reaktör alınması planlandı ve uranyumu zenginleştirmek amacıyla Fransız ve Alman şirketleriyle anlaşıldı.
İslam Devrimi Sonrası
Nükleer reaktör edinme konusunda bütün gelişmeler İran’ın ve ABD’nin istediği yönde seyrederken hiç beklenmeyen bir gelişme her şeyi alt üst etmişti.1979 yılında İslam Devrimi’nin gerçekleşmesiyle İran ile ABD’nin ilişkileri birden kötüye gitmeye başladı.Devrimin hemen ardından İran yönetimi dini açıdan sakıncalı görmesi ve ekonomik sıkıntıları sebep göstererek nükleer enerji konusunu rafa kaldırdı.
Ancak 1980 yılında patlak veren İran – Irak savaşı,İran yönetiminin tekrar nükleer enerji konusunu gündemine almasına sebep oldu.Bu dönemden sonra İran yönetimi Almanya,Arjantin,İspanya,Çek Cumhuriyeti ve Çin gibi ülkelerle işbirliği arayışına girdiyse de ABD’nin engellemelerini karşısında buldu ve tüm girişimleri neticesiz sonuçlandı.
1991 yılında sovyetlerin dağılmasıyla birlikte bir hayli güç kaybeden Rusya’ya da baskı uygulayan Amerika,’’Gore – Chernomyrdin’’ anlaşmasıyla ‘’İran – Rusya’’işbirliğini engelleme yolunda önemli bir adım atmış oldu.Ancak aynı dönemde Rus Minatom firması İran ile nükleer enerji alanında işbirliği anlaşması imzaladı.
2002 Krizi ve Sonraki Süreç
2000’li yılların başında Rusya’nın yeni devlet başkanı Vladimir Putin,İran’la işbirliğini arttırma kararı alarak nükleer enerji konusunda oldukça yalnız kalan İran’a müttefik olma yolunda önemli bir adım attı.Ancak 2002 yılında ‘’İran Ulusal Direniş Konseyi’’eski üyesi Alireza Jafarzade’nin Natanz ve Arak’taki gizli nükleer silah edinme programını ifşa etmesiyle İran ile batılı ülkeler arasında yeni bir kriz ortaya çıktı.
ABD,İran’a karşı daha fazla sertleşirken,Rusya’da işbirliğini askıya alma kararını aldı.Bu dönemde ABD’nin yoğun baskılarına ve tehditlerine daha fazla dayanamayan İran,Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisini sınırlı olmak üzere Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA)’nın denetimine açtı.Ancak bazı aşamaların dünya kamuoyuyla paylaşılmaması sebebiyle Ekim 2003’te Almanya,Fransa ve İngiltere’den oluşan AB-3 grubu uranyum zenginleştirme programının durdurulmasını sağladı.
Ahmedinecad Sonrası Dönem
2005 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Ahmedinecad’ın göreve gelir gelmez Uranyum Zenginleştirme Programı’nı yeniden başlatması ve Rusya’nın İran’a nükleer destek verme kararıyla İran’ın tesislere denetim yapılmasını reddetmesiyle uluslararası arenada gerilim tekrar tırmandı.
2006 yılında İran’a yönelik tehditleri iyice sertleşen ABD ve İsrail,İran’a askeri güç kullanmayı tartışırken konu BM Güvenlik Konseyi’ne taşındı.
Uzun uğraşlar sonucu BM Güvenlik Konseyi’nin bazı kısıtlamalar ve yaptırımlar içeren 1737 sayılı kararından sonra İran tekrar UAEA ile anlaşarak tesislerini ajansın denetimine açtı.
Krizde Diplomatik Yöntem Girişimi
2009 yılında Barack Obama’nın ABD başkanı seçilmesinden sonra dünya kamuoyunda krizin diplomatik yollarla yürütüleceğine dair umutlar bir hayli artmıştı.Seçim konuşmalarında sık sık Bush’un tek taraflı ve saldırgan dış politika anlayışını eleştiren Obama,başkan seçildikten sonra İran ile müzakere dönemini başlatacağına dair sinyaller verdi.
ABD’nin ılımlı yaklaşımından hoşnut olan İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad,Obama’ya tebrik mesajı göndererek önkoşulsuz diyalog talep etti.
Ancak ABD kanadında İran ile başlayan ılımlı sürecin gelişmesini istemeyen kayda değer bir kesim bu diplomatik sürecin gidişatının iyi olmadığını savunarak ABD medyasında yeni bir tartışma başlattı.Barack Obama bu tartışmaların da etkisinde kalarak Ahmedinecad’ın mektubuna cevap vermedi ve tıpkı Bush dönemindeki gibi gerilimli dönemler yeniden başladı.
Eylül 2009’da gerçekleşen BM Genel Kurulu toplantılarında İran’ın Ferduu kasabasında gizlice ikinci bir uranyum zenginleştirme tesisinin olduğu açıklanınca,ABD,İngiltere ve Fransa,İran’a nükleer silah yapımından vazgeçmediği takdirde ağır yaptırımların uygulanabileceğini bildirdi.
Daha sonraki dönemde gerçekleşen Cenevre Görüşmeleri’nde,İran’ın elindeki zenginleştirilmiş uranyumun nükleer yakıta dönüştürülüp tekrar İran’a teslim edilmesi kabul edildi.
Ancak İran’daki muhalif grupların ayaklanmasıyla Ahmedinecad uranyumun kendi topraklarında yakıta dönüştürülmesini teklif etti.Batılı ülkelerin son teklifiyse zenginleştirilmiş uranyumun Türkiye’de yakıta çevrilip İran’a teslim edilmesiydi.Türkiye kanadı bunu onaylarken,İran yeniden reddetti ve uzun yıllardır devam eden krizde tekrar çıkmaza girildi.
1964’te Eisenhower’ın ‘’Barış için atom’’sloganıyla başlayan İran’ın nükleer enerji girişimi 1979 İslam Devrimi’ne kadar ABD tarafından desteklenmişti.O yıla kadar ABD’nin müttefiki olduğu için nükleer çalışmalarına göz yumulan hatta oldukça desteklenen İran,1979 yılındaki devrimden sonra ABD’nin müttekifi olmadığı için sürekli köşeye sıkıştırılmış ve adeta yalnızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Günümüzdeyse hala ABD İran’ın nükleer çalışmalarını büyük bir tehdit olarak görmekte ve uluslararası arenada bu konu sık sık tartışılmaktadır.
ABD ve İsrail için şer eksenine dahil olan İran dünya barışı ve istikrarı için büyük bir tehdit olarak görülmekteyken,Rusya ve Çin gibi doğunun büyük ülkeleri için ticari ortak olarak görülmektedir.Körfez ülkeleri ve Türkiye,İran’ın bu nükleer girişimlerinden memnun olmamakla beraber asıl tehdit olarak ABD’nin muhtemel askeri güç kullanma olasılığını görürler.