Gelecek konusunda öngörülerde bulunmak, insan olarak hemen her gün ve çoğu zamanda farkında olmadan yaptığımız bir tahmin sürecidir. Mevsimler içinde çiçeklerin ne zaman açacağını tahmin etmek, bulutların gökyüzünde hangi renge büründüğünde, nasıl bir tepki verebileceğini hesaplamak, elektrik, doğalgaz ve petrole hangi şartlarda zam geleceğini öngörebilmek, altın ve doların ne zaman ateşinin yükselip ne zaman düşeceğini anlayabilmek, tüm bu durumların sırrına vakıf olabilmek, “öngörülebilirlik” kavramıyla ilgilidir.
Hava durumu tahminleriyle bütün bir haftayı resmeden haritalar, ekonomik atmosferde yapılan öngörüler ve buna benzer günlük hayatta bulunduğumuz durumlar/olaylar çok sayıda bağımlı ve bağımlı değişkeni içinde barındırmaktadır. Bu çerçevede, bilimsel-teknolojik ve istatistiksel veriler kullanılır ve hâlihazırda var olan belirsiz durum karşısında bir çözümleme yapılır. Bu çözümleme neticesinde, yağmurun ne zaman yağacağı, güneşin hangi yarım kürede hangi vakitte gökyüzüne egemen olacağı, baharın gelişi ve gelen baharın neler getireceği tahmin/öngörü takvimine eklenebilir.
Sosyal bilimler ve onun özel bir disiplini olan uluslararası ilişkiler öngörülerinde yöntem olarak doğa bilimlerine benzer metotların kullanıldığı bilinmektedir. Nasıl ki fen bilimleri ele aldığı durum/olay karşında çeşitli değişkenleri göz önünde bulundurarak nedene bağlı bir çıkarım ortaya koyuyorsa, aynı süreç sosyal bilimler mantığı içerisinde de geçerlidir.
Sosyal bilimler ve özelde uluslararası ilişkiler disiplini, durum ve olaylara paralel olarak olgular üzerine de ağırlıklı olarak kafa yorar, analizler yapar ve öngörülerde bulunur. Sosyal olay/olguların parçalara ayrılarak analiz/tahlil/tahmin edilmesi, bu sürecin uluslararası ilişkilere yansıyan yönlerinin ortaya konması önem arz etmektedir.
Bu bakımdan uluslararası ilişkiler disiplini kendi alanı çerçevesinde ele aldığı/ortaya koyduğu bir sorunu enine boyuna tahlil eder. Dünya haritasının herhangi bir bölgesindeki herhangi bir sorunu bu döngü içine aldığında bağımlı-bağımsız değişkenler açısından değerlendirmelere tabi tutar. Bu çerçevede, değişmeyen faktörler olan coğrafya, tarih, nüfus ve kültür verileri ile değişmesi olabilirlik gösteren ekonomi-teknoloji ve askeri kapasite gibi bileşenleri bu döngü içerisinde önemli birer materyal olarak yerini almaktadır.
Bu çerçevede Ortadoğu bölgesini tahlil edelim. Bu bölge son derece stratejik bir coğrafyaya sahiptir. Tarihi-kültürel açıdan Müslüman/Yahudi/Hristyan bileşenleri bünyesinde barındırmaktadır. Tarihi ve dini referansları oldukça kuvvetli, dünya siyasetinde ekonomik dengeleri/krizleri belirleyici ve etkileyici bir cazibeye sahiptir. Diğer yandan aynı coğrafya mikro alanlar açısından incelendiğinde, Sünni-Şii-Nusayri-Yahudi-Vahhabi/Arap-Türkmen-Kürt-Farisi tanımlamalar karşımıza çıkmaktadır ve bunların da denkleme dâhil olduğunu görüyoruz. Bu döngü içerisine Kerbela gibi, Kudüs gibi, Necef ve Beyrut gibi, bu denklem açısından bir mihenk taşı olan sembolleri de kattığımızda süreç çok daha bileşenli bir yapıya/soruna dönüşmektedir. Bu denklem sadece Ortadoğu bölgesi açısından değil, uluslararası ilişkilerin ilgi duyduğu her sorun ve denklem açısından geçerlidir.
Bir baharın ne zaman geleceği konusunda tahminlerde bulunmak, bilimsel/ilmi/dini saikler çerçevesinde açıklamalar bulmak mümkündür. Ancak “Arap Baharı ne zaman gelecek?” sorusuna analizler/tahminler geliştirilmeye çalışıldığı anda, işin rengi değişmektedir. Ya da bir başka ifadeyle, Ortadoğu’nun kaderi ne olacak, Balkanların akıbeti nereye varıyor, Avrupa Birliği Alman Birliğine mi dönüşüyor? Türkiye 2023 yılında lider ülke mi olacak? Sorduğumuz her bir soru, kendi içinde oluşturulacak denklemler neticesinde tutarlı olana en yakın tahminleri az çok ortaya koyacaktır.
Geldiğimiz noktada şu net olarak ortaya çıkmaktadır: “Öngörü doğal bir süreçtir.” Fen bilimleri kendi içinde sorular sorar, var olan durum üzerinde bir denklem kurar ve belirsizlik-bilinmezlik duruma bir isim koyar. Bunlardan da çeşitli çıkarımlar yapar. Aynı şekilde sosyal bilimlerde de kurulan döngü içerisinde bir neden-sonuç ilişkisi kurulur ve buna bağlı olarak çıkarımlar ve öngörüler gerçekleştirilir.
Yukarıda resmettiğimiz tabloyu kısmen özetleyen bakış açısı sosyal bilimler açısından fütürist bakış açısıdır. Yani gelecek noktasında öngörülerde bulunmak ve vizyon ortaya koymak.
Buraya kadar her şey normal gözükmektedir ve öyledir de. Ancak bir de yukarıda ifade edilenler çerçevesinde aynı yöntemleri kullanan, aynı denklemleri çözümleyen fakat farklı çıkarımlar/farklı öngörüler ortaya koyan “kehanet senaryoları” vardır.
İran ne zaman uluslararası sisteme dâhil olacak sorusuna cevap aramak bir “gelecek öngörüsü”, ancak İsrail/Amerika İran’ı ne zaman vuracak sorusu bir “kehanettir.” Beşar Esad gittikten sonra Suriye bir rahatlama ve demokratikleşme sürecine girecek demek bir “gelecek öngörüsüdür” fakat Amerika/Türkiye Suriye’ye ne zaman girecek demek bir “kehanettir.” Türkiye önümüzdeki 5-10 yılda vs. doğu-batı bütünleşecektir, yeni bir anayasa yapacaktır demek bir “gelecek öngörüdür”, ancak bunun tam tersine, Türkiye parçalanacaktır/etnik çatışmaya girecektir demek bir “kehanettir.” Net bir ifadeyle, “Tarihin Sonu Tezi” bir kehanettir; “Medeniyetler Çatışması Tezi” bir kehanettir. Son bir ifadeyle: “Öngörmek de sizin elinizdedir, Kehanet etmekte.”
Mustafa KESKİN