İRAN’IN TARİHSEL VE BÖLGESEL ARKA PLANI:
1979 İran Devrimi ve sonrası genellikle, küçümsenmeyen bir bakış açısı ile terörizmi destekleyen devlete ilk adım gibi görülür. Bu yorumlarda haklılık payı vardır. İran Devrimi hakkındaki düşünceler, insanların bu devrime hangi taraftan baktığına göre değişmektedir. Ne olursa olsun, diğer devrimlerden farklı bir devrim olduğu için çok önemlidir.
1979 ayaklanmaları, Pehlevi Hanedanı’ndan kurtulmak için başlamıştır. Bu kulağa oldukça etkileyici gelmektedir. Fakat, bu hanedanın sadece iki tane kralı olmuştur, Şah Rıza ve Şah Muhammed Rıza’dır. Pehleviler’den önce İran, Kaçar Hanedanı tarafından yönetiliyordu. Onlardan da önce, Safeviler tarafından yönetiliyordu. Safeviler ve Kaçarlar İran’ın iki özelliğinden sorumludur. Safeviler, İsmail’den itibaren, Şii İslam’ı İran’da resmi din yaptı. 1501’de, Kaçarlar Müslüman alimlere -ulema- politik bir güç verdi. Dünya’daki Müslümanların çoğu Sünni’dir. Fakat Şiiler’de önemli bir mezheptir. Şiiler, 680 yılı civarlarında ortaya çıkmıştır ve çoğunluğu İran ve Irak’tadır. Sünni ve Şii’liğin yanında birçok tarikat ve mezhep vardır, fakat şimdilik sadece bu ikisi arasındaki tarihsel farklılıklardan bahsetmek gerekmektedir.
Şii Müslümanlar, Ali’nin ilk halife olmasına inanırlardı. Sünni Müslümanlar ise Ebu Bekir’in, ki zaten ilk Halife olarak seçilmiştir. Bundan başka aralarında, doktrin olarak ve başka şekillerde birçok anlaşmazlıklar daha olmuştur. Daha da önemlisi, baştan beri Şii Müslümanlar kendilerini, baskı altındakilerin yanında ve peygamber tarafından kurulan, sosyal adaleti baltalayan zengin ve güçlülerin karşısında görmüşlerdir.
1979 DEVRİMİ’NİN ÖNCESİ:
1979 İran Devrimi ve bundan önceki devrimler için, sosyal adalet ve dini inanç arasındaki bağlantı son derece önemlidir. Bu durum, olayları anlayabilmek için önemlidir. Çünkü bazı tarihçiler İran Devrimi’nin, İslam ile yirminci yüzyıl son döneminin garip bir birleşimi olduğunu savunmaktadır.
Fakat aslında, İran tarihi açısında bu o kadar da garip değildir. Çünkü 1979 İran’ın ilk devrimi değildir. İlk büyük devrim 1906’da gerçekleşti. Bu devrim, yönetimdeki Kaçar’ları anayasal yapıyı kabul etmeye zorlamıştır. Bir parlemento ve kral üzerinde bazı kısıtlamalar ortaya çıkardı. Şii İslam, ülkenin resmi dini oldu. Fakat aynı zamanda, İran’daki azınlıkların hakları da güvenceye alındı. Büyük başarısızlıkla sonuçlandı, çünkü din adamları desteklerini çektiler. Bunun sebebi, Şah aktif şekilde duruma karşıydı ve belki de daha önemlisi, Ruslar ve İngilizler İran’ın güçsüz kalmasını istediler, böylece bölgede hüküm sürmeye devam edebileceklerdi. Bu bizlere İran’daki çoğu insanın Arap değil, Persli olduğunu hatırlatmaktadır. Ve İran’daki çoğunluk Arapça konuşmaz, Farsça konuşur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra rekabet canlandı, bunun sebebi Orta Doğu’da petrolün bulunmasıydı. İngilizler, Komutan Rıza Kağan’ı 1921 Şubat ayında gerçekleştirdiği darbede destekledi. Böylece Rıza Kağan, Şah Rıza oldu ve Pers Devleti’nin ismini 1935’te İran olarak değiştirdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Şah Rıza tahttan çekildi ve genç oğlu Şah Muhammed Rıza İran lideri oldu. 1979’da liderliği sonlanan kadar tahtta kaldı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngilizler İran yönetimine başka partilerin katılmasına izin verdi. Bu durumdan en çok yararlanan Tudeh’ti: İran Komünist Partisi. Muhammed Musaddık 1951’de başbakan seçildi ve İran petrol endüstrisinin millileştirilmesine izin verdi. Bu da demokratik yönetim denemesinin sonu oldu. Birçok tarih kitabında 1953’te Musaddık’ın bir darbe ile yönetimden indirildiğinden bahsedilmektedir. Ve muhtemelen bu iddia doğrudur. Aynı zamanda Musaddık’ın istifa ettiği ve gösteriler sırasından İran’dan kaçtığı da doğrudur. Fakat bildiğimiz başka bir şey daha vardır ki, Şii liderler bu gösterileri cesaretlendirdi. Bu dini alimler için garip bir tercihtir. Çünkü geleneksel olarak Şii İslam baskıya karşı radikal bir tutum takınır. Fakat şunun önemini de anlamamız lazım; Musaddık Tudeh partisi tarafından destekleniyordu. Ve onlar komünistlerdi. Petrol endüstrisinin millileştirilmesi önemliydi, fakat komünizme doğru kayma dini alimlerin büyük gelir elde ettikleri toprakların elden çıkması, ve belki de dinden çıkılması demek olabilirdi.
1979’da ise , Şah kesinlikle bir otokrattı ve muhalefeti baskılamak için SAVAK adında acımasız bir gizli polis teşkilatını kurmuştu. 1975’te Şah iki politik partiyi de kapatıp onları tek parti ile değiştirdi, Yeniden Doğuş Partisi. Yeniden doğan Şah’tı. Büyük çaplı bir sansürleme,tutuklama ve politik tutuklulara işkence yapma yaşandı, bu da otokrasinin İran’da bir süre daha kalacağına işaret ediyordu. Fakat 1975’teki bu olaylar sırasında, 1962 ve 1975 arasında, İran’da ekonomik ve sosyal anlamda büyük ilerlemeler yaşandı. 1963’te Şah en tepeden başlayıp, halka kadar inecek bir Beyaz Devrim istedi. Hanedanın başını çektiği bir modernleşmedir. Birçok açıdan başarılı da olmuştur, özellikle endüstri ve eğitim alanlarında. 1964’te 555 milyon $ olan petrol gelirleri 1976’ta 20 milyar dolara yükseldi. Şah yönetimi bu paranın büyük çoğunluğunu eğitime ve altyapıya harcamıştır. Nüfus artmış, bebek ölümleri azalmış ve yeni bir profesyonel sınıf ortaya çıkmıştır.
Fakay Beyaz Devrim evrensel olarak pek popüler değildi. Mesela, özellikle Şii önderlerinden biri olan Ayetullah Ruhollah Humeyni bu devrime karşıydı. Humeyni, İran’ın dini merkezi Kum’da Beyaz Devrim’e karşı konuşma yapmıştır. En büyük şikayetlerinden birisi; reform kadınlara daha çok hak veriyordu, oy kullanma hakkı da dahil. Genel anlamda Humeyni kralın gücünün İslam karşıtı olduğunu ve Şii geleneğinin bu güçle savaşmayı gerektirdiğini hissetti.
Humeyni’nin de belirttiği gibi 1979 Devrimi bir İslam devleti kurmak için başlamadı.Başlangıçta mutsuz İranlılar tarfından, yolsuzluğa bulaşmış ve ihtiyaçlarını önemsemeyen yönetime karşı sıradan bir başkaldırı gibi görünüyordu. Petrol yüzünden meydana gelen ekonomik büyümeye rağmen, belki de bu yüzden, birçok İranlı durumdan memnun değildi. Üniversiteler mevcut iş sayısından daha fazla mezun veriyordu, ve tarımdaki makineleşme çiftçileri işsiz bırakıp, şehirlere taşınmalarına yol açıyordu. Özellikle de başken Tahran’daki mevcut iş sayısı halkın sayısına yetmiyordu. Bu yüzden 1978’te sokaklara dökülüp gösteri yapanların köktendinci bir İslam vizyonuna sahip olduklarını söylemek adil olmaz. Onlar rejimin baskılarından ve yolsuzluklardan bıkmış insanlardı.
DEVRİM SÜRECİ
Peki ama neden 1979’u Şii İslam tarafından desteklenmiş bir devrim olarak hatırlıyoruz? İlk gösteriler 7 Ocak 1978 tarihli İran gazetesinden sonra başlamıştır. Bir makale de Humeyni eleştiriliyordu. Bu sırada Humeyni Paris’te yaşamaktaydı. İlk gösteriler başka çok küçük çaplıydı. Fakat yönetimin polisleri ve askeri güçleri göstericilere ateş etmeye başladıklarında ve bazı insanları öldürdüklerinde, gösteriler büyüdü. Her defasında, göstericiler bu şiddet uygulamalarını daha fazla protesto etmişlerdir. Yönetim bunu durdurabileceğini sandı ve bu şiddetli tepki daha fazla göstericinin toplanmasına yol açmıştır.Ayrıca Batı’nın devrim ile bağlantılı olduğu söylemleri yayılmıştır.Göstericiler, Amerikan hayat tarzının empoze edildiğini ve Amerikanizm kültürünün ülkede yayılmaya çalışıldığını söylemişlerdir.
Şah hiçbir zaman neden bu kadar protesto edildiğini anlayamamıştır, protestocuların komünistler veya İngilizler tarafından desteklendiklerini düşünmüştür. Ayrıca halkı fakirlik içinde tutmanın kendi gücünü korumaya yeterli olacağını düşünüyordu. Ama öyle değildi. 16 Ocak 1979’da İran’dan kaçtı. En sonunda Amerika’da gitti. Bu durumun, İran ile Amerika arasındaki diplomatik ilişkilerde olumsuz sonuçları oldu.
Buradaki önemli nokta göstericilerin son derece barışçıl olmalarıydı. Hükümetin baskıları sonucunda protestoların büyümesi en sonunda saltanatın yıkılmasına sebep oldu. Bu bizlere Fransız, Rusya ve Amerikan devrimlerini hatırlatmıştır. Birçok tarihçi, bu protestoların İslamla ilgili olmadığını, daha çok yaşam şartlarından hoşnutsuzluk, ücret kesintileri,işsizlik tehlikesi ve rejime karşı öfke ile tetiklenen bir başkaldırı olduğunu savunmuşlardır. Sonunda saltanatı değiştiren ikinci devrim, ilkinden daha çok devrime benziyordu.
Yeni İran İslam Cumhuriyeti Humeyni’nin bir İslam devletinin nasıl olması gerektiği ile ilgili düşünceleri tarafından şekillendirildi. Onun adlandırması ile: Vilayet-i Fakih. Bu, şeriatı temel alan bir hukuk aliminin, en yüksek otoriteye sahip olmasıydı. Çünkü hukuk ve adalet hakkında diğer herkesten daha çok bilgiliydi. Bir başbakan, bir başkan ve bir yasama organı olacaktı, fakat her türlü karar bu süper yöneticiye danışılacaktı. 1979’dan ölümüne kadar bu yönetici Humeyni’ydi. Şimdi, eğer demokrasi sadece seçimlerin yapılması ise, İran bir demokrasiydi. Yani, İran’ın seçimleri vardı, hem başkanı hem de parlamentosu vardı. Humeyni’nin 60’lardaki fikirlerine rağmen, İran’da kadınlar oy kullanabiliyordu, ayrıca parlamentoda ve bakanlar kurulunda bulunma hakları vardı.
İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması ile ilgili yapılan açık referandumda, İranlıların büyük çoğunluğu ‘’Evet’’ dediler. İran’daki yönetim şekli biraz karışıktır. Fakat İran kesinlikle bir demokrasi değildir. Anayasada belirtilen mutlak hakim halk değil Allah’tır. Bu otorite en yüksek dini liderler tarafından temsil edilir. Ve İslam Cumhuriyeti’nin eylemleri,özellikle erken dönemin 1979’daki kaos ortamında yaşananlar, etkili işleyen bir demokrasiye uymaz.
Humeyni’nin ilk yaptığı şeylerden birisi, İslam Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ı devrimi darbe girişimlerinden korumak için desteklemekti. İlk başlarda muhalefet partileri olsa da, bunların aktiviteleri yeni ‘’ devrim mahkemeleri’’tarafından şeriat kanunlara uygun olarak sert bir şekilde kısıtlandı. 1979 Ekim ayında birçok insan idam edildi.Yeni anayasa ile Humeyni’ye büyük güçler verildi. Silahlı Kuvvetlerin, Devrim Muhafızları’nın ve ulusal radyo ve televizyonlarının yöneticilerini atayabilecekti.
İran yönetimi yapı itibari ile diğer hükümetlere benziyordu, fakat İslam adı altında güç ve sorumluluklara sahip olarak diğer anayasal monarşilerin ötesinde yer almaktadır.1979 itibari ile, İran’ın din alimlerinin protestolarda ve dinamiklerin değiştirilmesinde etkili olduğu uzun bir tarihi vardı. Fakat aynı zamanda bağımsızlık ve anayasa arayışı için de uzun bir tarihi vardır. Şu an da son durum İran İslam Cumhuriyeti’dir.Fakat tarihteki bütün o tehditlerin, hala İran’daki yaşamın bir parçası olduğunu unutmamak lazım. 2009 ve 2010’daki bir seçimden sonra Yeşil Devrim olarak adlandırılan büyük protestolarda görüldüğü gibi. Bu protestolarda genç insanlar daha fazla özgürlük ve hak talep ediyorlardı. Fakat aynı zamanda reformist Şii din alimleri tarafından da cesaretlendirilip desteklendiler. Amerika’da, 1979 İran Devrimi’ni, bizler genellikle Amerikan bayraklarının yakılması ve rehineler alınması olarak hatırlamaktayız. Bu daha çok devrimin ikinci sahfası ile alakalıdır. İslam Cumhuriyeti’nin doğduğu kaos durumu ile ilgilidir. İran Cumhuriyeti’ndeki yaşam hala çok baskıcıdır. Mesela, hala suçluların büyük çoğunluğunu idam eder. Fakat İran’a diktatörlük demek pek de doğru olmaz. Daha çok, baskıcı denilebilir.Ve Batı’daki insanların, İran’ı anlayabilmeleri için, kafalarında yarattıkları imgelerden kurtulup, devrim bakış açısı ile bakmaları en fazla zorlandıkları konudur.