Cumartesi, Nisan 27, 2024
spot_imgspot_img

Top 5 This Week

spot_img

Related Posts

Lizbon Antlaşması Sonrası Avrupa Birliği’nde Demokrasi Tartışmaları

Avrupa Birliği tarihinde dönemsel aralıklarla krizlerin yaşandığı ve bu krizlerden birliğin güçlenerek çıktığı görülmektedir. Birlik, günden güne üyelerini arttırırken, aynı zamanda kurumsal yenilenme çalışmalarına hız vermekte ve genişlemeye paralel olarak derinleşmeye yani kurumsallaşmaya da önem vermektedir. 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması bu sürecin en önemli göstergesidir.

Avrupa Birliği, dinamik bir süreci ifade etmektedir. Fikirsel temelleri tarihin eski dönemlerine kadar götürülse de modern anlamda birlik düşüncesi, – savaşı önlemek ve barışı tesis etmek amacıyla-1951 yılında Paris Antlaşması ile birlikte Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’nun kurulması ile hayata geçmiştir. Daha sonraki süreçlerde derinleşme- genişleme ilişkisi bağlamında kurumsal reformlar yapılarak Avrupa Birliği bugünkü halini almıştır.

Avrupa Birliği tarihinde dönemsel aralıklarla krizlerin yaşandığı ve bu krizlerden birliğin güçlenerek çıktığı görülmektedir. Birlik, günden güne üyelerini arttırırken, aynı zamanda kurumsal yenilenme çalışmalarına hız vermekte ve genişlemeye paralel olarak derinleşmeye yani kurumsallaşmaya da önem vermektedir. 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması bu sürecin en önemli göstergesidir. Lizbon Antlaşması ile birlikte Avrupa Birliği’nin kurumsal eksiklikleri tamamlanmaya çalışılmış ve birliğin eleştirilen ‘’ demokrasi ‘’ unsurunun bazı reformlar aracılığıyla eleştirilerin yerine getirildiği görülmüştür. Bunun yanında 2008 yılında ABD’de başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan küresel kriz, Avrupa Birliği’nde de etkisini göstermiş, birlik üyesi ülkelerin dolaylı veya doğrudan etkilenmesine neden olmuştur. Küresel mali krizin avro krizine dönüşmesinden sonra, Avrupa Birliği etkin önlemler almaya çalışmış ve birlik son dönemde ‘’ demokrasi ‘’ açısından bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Bu çalışmada genel olarak, Lizbon Antlaşması ile birlikte getirilen kurumsal reformların birliğin ‘’ demokrasi açığını ‘’ azaltmada ne derecede başarılı olduğu ve küresel mali kriz ile birlikte Avrupa’da meydana gelen gelişmelerin demokrasi bağlamında incelenmesi yapılmıştır.

Lizbon Antlaşması Sonrası Avrupa Birliği’nde Demokrasinin Güçlendirilmesi

Lizbon Antlaşması, birliğin bütün alanlarına ilişkin yeniden bir düzenleme getirmesi bakımından önem taşımaktadır. Antlaşma ile birlikte, karar alma mekanizmasının ve sisteminin değişikliğe uğramış olması, ortak dış ve güvenlik politikası temsilciliğinin oluşturulması ve kurumsal bir şekle bağlanması, Avrupa birliğinin temel kurumlarının yetkilerinin yeniden düzenlenmesi gibi Avrupa birliğinin işleyişi hakkındaki değişikliklerin yapılması antlaşmanın önemini göstermektedir. Bu değişikliklerin yanı sıra birliğin kuruluşundan itibaren eleştirilen demokrasi vurgusu ve demokrasi açığı antlaşma ile birlikte geniş ölçüde giderilmeye çalışılmış ve önemli reformlar yapılarak demokrasi açığı kapatılmıştır. Bu uygulamanın en somut göstergesi Avrupa Parlamentosu ve onun yetkilerinde uygulanan değişikliklerdir. Avrupa birliğinin en demokratik organı olarak görülen ve doğrudan halkın seçtiği temsilcilerden oluşan parlamentonun demokratik standartlarının yükseltilmesine imkân tanıyacak yeni reformların yapılması, birliğe olan eleştirilen kısa bir süreliğine azalmasına neden olmuş, 2008 krizinden sonra yeniden demokrasi tartışmaları ışığında eleştirilerin arttığı görülmüştür.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde rekor düzeyde düşük katılımın olması, bu seçimlerde ve özellikle de 2008 krizi sonrasındaki ulusal seçimlerde Avrupa karşıtı ırkçı ve milliyetçi partilerin yüksek başarı kazanmış olması birliğin içinde ciddi bir demokrasi eksikliği ve iletişim sorunu bulunduğunu göstermektedir. AB’nin kurumsal reformunda en son önemli adım olarak nitelendirilen Lizbon Antlaşması’nın içeriği, Antlaşma’nın hazırlanma ve kabul aşamalarındaki antidemokratik unsurlara ve karmaşıklığına karşın oldukça önemli demokratik açılımları beraberinde getirmektedir.  Bunlardan en önemlisi, Avrupa Parlamentosu’nun yetkilerinin güçlendirilmesidir. Parlamento’nun yasal yetkileri artırılarak Bakanlar Konseyi ile eşit hale getirilmektedir. Lizbon Antlaşması ile tüm harcamalar için son söz Avrupa Parlamentosu’na bırakılmaktadır. Lizbon Antlaşması’nın bu alanda getirdiği en önemli yeniliklerden bir diğeri de Parlamento’ya Komisyon Başkanı seçiminde verilen roldür. Avrupa Konseyi, nitelikli çoğunluk ile bir aday önerecek ve bu adayın da Avrupa Parlamentosu üyelerinin çoğunluğu tarafından onaylanması gerekecektir. Daha önceki Avrupa antlaşmalarında olduğu gibi, Lizbon Antlaşması da Avrupa Parlamentosu’nun gücünü önemli ölçüde artırmakta ve böylece Birliğin demokratik içeriğine katkıda bulunmaktadır. Antlaşma, Avrupa Komisyonu’nun yetkilerine ve yapısına yaptığı değişikliklerle de daha demokratik bir Birliğin oluşmasını hedeflemektedir. Avrupa Birliği’nin antidemokratik yapısını eleştiren birçok kişi için bu yapının özünde, Avrupa halklarından uzak bir şekilde faaliyet gösteren ve halktan gelen bir meşruiyetinin olmamasına rağmen vatandaşların günlük hayatlarına etki edecek şekilde entegrasyon sürecini şekillendiren Avrupa Komisyonu bulunmaktadır. Son yıllarda Avrupa Parlamentosu’nun yetkilerinin artması, Komisyon’u frenleyici bir etki görmüştür. Lizbon Antlaşması da, Komisyon’un yetki alanlarını (özellikle dış politika ve makro-ekonomik işler alanlarında) sınırlı tutmakta ve alternatif güç odakları yaratarak Komisyon’un gücünü denetim altına almaya çalışmaktadır.[1] Demokratikleşme sorununda Avrupa Parlamentosu’nun bu kadar çok gündemde olmasının bir diğer nedeni ise AB’nin seçmenlerden uzak olmasının yarattığı problemlerdir. AB süregelen katılımlarla giderek farklılaşmış ve bir de kimlik krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Karmaşık yapılı AB sistemini anlayamayan vatandaşların büyük çoğunluğu politikaları desteklememiş ya da destekleyememiştir. Çünkü bu sistemde Komisyon, Avrupa Adalet Divanı ve Merkez Bankası, AB vatandaşlarına karşı doğrudan sorumlu olmamışlardır.[2] Özet olarak belirtmek gerekirse, daha demokratik bir Avrupa için adımlar atılmış olsa da, kurumlar içinde Lizbon Anlaşması ile yapılan reformların uygulanması için denetim mekanizmaları kurulmalı ve süreklilik sağlanmalıdır. Avrupa Birliği; yurttaşlarına ulaşabilmek için antlaşmanın getirdiği değişikliklerin ötesinde, doğrudan halka ulaşabileceği sosyal politikalara dair yeni yöntemlere başvurmalıdır. Komisyon ve Konsey, parlamenter sistemlerde olduğu gibi Avrupa Parlamentosu’na karşı daha fazla sorumluluk taşımalıdır. Demokratik bir AB için her şeyden önce toplumsal meşruiyetin sağlanması gerekecektir. Halka daha yakın olma gerekliliği unutulmamalıdır. Bunun için de Lizbon Anlaşması ile getirilen bir yenilik olarak Bakanlar Kurulu yasama toplantılarının kamuya açık yapılması konusunda titiz davranılmalıdır.[3]

Son Dönemde Avrupa Birliği’nde Demokrasi Tartışmaları

Lizbon antlaşması, vurguladığımız üzere Avrupa Birliği’ndeki demokrasi tartışmalarına ve birliğin antidemokratik olduğu eleştirilerine kurumsal bir reform yoluyla cevap vermiştir. Ancak, çalışmanın giriş kısmında da vurguladığımız üzere, 2008 yılında başlayan ve 2010 yılında derinleşen küresel mali kriz karşısında Avrupa Birliği’nin gerek bütüncül bir şekilde, gerekse üye ülkelerin uyguladıkları politikalar demokrasi tartışmalarını yeniden gündeme getirmiş, birliğin gerçekleştirmiş olduğu uygulamaların demokrasi ile uyumlu olmadığı eleştirileri yapılmıştır. Günümüzde de devam eden, birliğin geleceğinin sorgulanması ve şekillenmesinde demokrasinin ihmal edilmesi gibi unsurlar, Lizbon antlaşması sonrası ekonomik kriz ile birlikte şekillenen birlik politikalarında demokratik standartlara ve demokratikleşme adımlarına ket vurmaktadır. Macaristan’da yaşanan gelişmeler, İtalya, Yunanistan ve Portekiz gibi birlik üye ülkelerinde meydana gelen demokrasiyle bağdaşmayan uygulamalar birliğe getirilen en önemli güncel eleştirilerdir. Bu eleştiriler ışığında baktığımızda, Lizbon sonrası Avrupa Birliği’nde demokratikleşme çalışmalarının artılarının olduğu kadar, eksilerinin de olduğu değerlendirilmesi yapılabilir. Özellikle yine vurgulamak gerekirse, ekonomik kriz ile birlikte şekillenen politikalar demokrasi ve demokratikleşmenin önünde önemli engeller oluşturmaktadır.

Parlamentonun geçen yüzyılda gerçekleştirilen kurumsal yapılanma çalışmalarından en fazla yararlanan kurum olduğu ve buna rağmen mevcut problemlerin çözülemediği iddia edilebilir. Ancak unutulmaması gereken bir nokta, AKÇT’de Parlamentonun neredeyse sembolik bir şekilde kurulduğu ve yapılan reformlara rağmen yetkilerinin bugün bile ulusal parlamentoların yetkilerine ulaşamadığıdır. Ayrıca, demokrasi eksikliği sorunu sadece Parlamentonun yetkileri ile sınırlı değildir.[4] AB yönetim sisteminin ne kadar demokratik olduğunun değerlendirilmesindeki ilk adım AB’de yasama ve yürütme erklerini kullanan kurumlar ile bu kurumlar arasındaki ilişkilerin incelenmesidir ki, asıl mesele de burada çıkmakta ve Komisyon üzerinde yoğunlaşmaktadır. Zira Lizbon Antlaşması’na kadar Birlik karar alma sürecinde Bakanlar Konseyi yanında ikincil bir statüde olan Avrupa Parlamentosu Lizbon Antlaşması’nın onaylanması sonrası Bakanlar Konseyi ile eş-yasama organı haline getirilmiştir; bu durum Avrupa Parlamentosu kaynaklı demokrasi açığı tartışmalarını sonlandırmamış olsa da, (üye devletlerde seçim prosedürlerindeki farklılıklar, ulus-aşan parti sistemlerinin bulunmayışı ve parlamento seçimlerine katılım oranlarının düşük olması gibi sorunlar devam etmektedir) “demokrasi açığı” tartışmalarının merkezine Komisyon’u yerleştirmiştir. Lizbon Antlaşması ile temsili demokrasiye istinat ettiği hükme bağlanan AB’nin yürütme organı Komisyon’un başkanı başkanlık sistemlerinde olduğu gibi doğrudan halk tarafından seçilmemekte; parlamenter sistemlerde olduğu gibi başkan dâhil Komisyon üyeleri Avrupa Parlamentosu içinden çıkmamaktadır. Dolayısıyla, AB yönetim sisteminin “hükümeti Komisyon, seçilmiş değil atanmış üyelerden oluşmaktadır. Lizbon Antlaşması’nın 17. maddesi, Komisyon başkanının atanması ve Avrupa Parlamentosu seçimleri arasında bir bağ kurulması suretiyle, Komisyon’un demokratik meşruiyeti güçlendirmek amacıyla, “…Avrupa Birliği Zirvesi, Avrupa Parlamentosu seçimlerini göz önünde tutarak ve gerekli istişarelerde bulunduktan sonra, Avrupa Parlamentosu’na, Komisyon başkanlığı için nitelikli çoğunlukla bir aday önerir. Bu aday, Avrupa Parlamentosu tarafından üye tam sayısının çoğunluğu ile seçilir” hükmünü içermektedir. Avrupa Parlamentosu’nun Komisyon’u onaylama yetkisi, bir başka deyişle Komisyon’un Avrupa Parlamentosu’nun güvenoyuna sunuluyor olması ve Lizbon Antlaşması’nın Parlamento seçimleri ile Komisyon başkanının belirlenmesi arasında bağ kurarak, Komisyon başkanının Parlamento’da çoğunluğu temsil eden siyasi görüşü yansıtmasının sağlanması (aslında bu husus da eleştirilere açıktır; zira Komisyon’un görevlerini yerine getirirken bağımsız olması esasken, başkanın bir siyasi görüşü yansıtmasının sağlanmaya çalışılmasının çelişkili olduğu ileri sürülebilir) daha demokratik bir AB için önemli adımlar olarak nitelenebilirse de; Komisyon üyelerinin seçilmemiş olduğu gerçeğini gölgeleyemez.  Komisyon üyelerinin, seçilmiş değil atanmış olmalarını önemli kılan temel unsur ise, Komisyon’un Birlik karar alma sürecinde başat bir rol oynamasını sağlayan “agenda-setting” rolüdür. Lizbon Antlaşması’nın 17. maddesinde ifadesini bulduğu üzere, Birliğin yasama tasarrufları, antlaşmalarda aksi öngörülmedikçe, ancak Komisyon’un önerisi üzerine kabul edilir. Dolayısıyla, AB yasama süreci büyük ölçüde, seçimle belirlenmemiş olan Komisyon’un iradesine bağlıdır. Kısaca, asıl mesele seçimle belirlenmemiş bir AB kurumunun AB karar alma sürecindeki başat yerinin, temsili demokrasi ilkeleri çerçevesinde açıklanmasında yaşanan zorluktur. Dolayısıyla Komisyon’un yetkilerini artıracak her girişim, daha demokratik bir AB için soru işaretleri oluşturacaktır.[5]

Avro alanında görülen borç krizinin, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve sosyal yansımaları da olmuştur. Borç krizinin etkisiyle Yunanistan’da Lucas Papademos ve İtalya’da Mario Monti’nin başbakanlığında teknokratik hükümetlerin kurulması, Avrupa kamuoyunda zaten var olan demokrasi açığı olgusu, kurumsal meşruiyet meselesi ve AB projesinin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. [6] Demokrasi tartışmalarını değerlendirdiğimizde, İtalya ve Yunanistan’da teknokrat hükümetlerinin iş başında olduğu, seçilmişlerden ziyade atanmışların ülkeleri yönetmeye başlaması demokrasi standartları bakımından tartışılmaktadır. Macaristan’da yaşanan gelişmelerde, birlik demokrasi konusunda kendisini sorgulamaktadır. AB, yarım asırlık tarihinin en büyük demokrasi kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Bunun bir ayağında, Avro bölgesindeki ekonomik krizin güney ülkelerinde yol açtığı toplumsal ve siyasi sonuçlar var. Her iki gençten birinin işsiz olduğu İspanya gibi ülkelerde insanlar, AB’nin ülkelerinin seçilmiş temsilcilerine ‘’ dayattığı ‘’ tasarruf politikalarının demokratik meşruiyetini sorgulamaktadır. Bu, vardığı nokta demokratik yönetim sisteminin işlemezliği olabilse de, çıkış noktasını temsili demokrasi ilkesine dayandıran ve AB’nin aşina olduğu bir itiraz. Zira, atanmış bürokratların karar alma süreçlerinde seçilmiş milletvekillerinden güçlü olduğu AB’deki demokrasi açığı uzun zamandır dillendirilen bir görüş. Demokrasi krizinin diğer ayağında ise birliğin yeni üyelerinden Macaristan’daki gelişmeler yer alıyor. Zira söz konusu olan, seçimle iktidara gelmiş olan bir hükümetin, meclisteki çoğunluğunu kullanarak demokrasiyi hedef alan anayasal değişiklikler yapıyor olması. 2010’daki seçimlerde oyların yüzde 53’ünü alan Genç Demokratlar Partisi(Fidesz), üçte iki çoğunluğundan doğan yetkisine dayanarak yaptığı bir dizi anayasa değişikliğinin ardından, Ocak 2012’de yürürlüğe giren yeni bir anayasa hazırlamıştır. Hükümet, sivil topluma danışmaksızın ve muhalefetin katkısı olmaksızın hazırladığı yeni anayasayla her türlü demokratik denge ve denetim mekanizmasını ortadan kaldırmayı amaçlamıştı. [7] Genel olarak bakıldığında, demokrasi Avrupa Birliği açısından çok önem arz etmektedir. Kopenhag Kriterleri bağlamında değerlendirdiğimizde, gerek birlik üyesi ülkeler, gerekse birliğe üye olmak isteyen aday ve komşu ülkeler bu kriterleri yerine getirmek zorundadır. Bu kriterlerin en başında ise siyasi başlık altında demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, iyi yönetişim gibi demokratik standartları yükseltecek ve demokrasiyi kurumsallaştıracak ilkeler gelmektedir. Yukarıda örnek verdiğimiz olaylar neticesinde son dönemde yaşanan gelişmeler, bu kriterlerin arkaik kaldığını ve Avrupa Birliği’nde genel olarak zenginlerin ve güçlülerin koyduğu kuralların geçerli olduğunu göstermektedir.

Ekonomik gerekçelerle alınan önlemlerin, birliğin demokratik niteliği üzerinde zaten var olan, üstelik Lizbon antlaşması hükümlerinin de gideremediği kaygıları tekrar yoğunlaştırmaktadır. Zira, Lizbon antlaşması ile işleyişinin temsili demokrasiye istinat ettiği hükme bağlanan AB’nin yürütme organı Komisyon’un başkanlık sisteminde ya da parlamenter sistemde mevcut hükümet yapısında olmamasına rağmen, yeni düzenlemeler ile üye devletlerin ekonomi ve maliye politikaları üzerinde denetim yetkisinin güçlendirilmesi, üstelik ters nitelikli çoğunluk oylaması adı altında ilgili kurallara riayet etmeyen üye devletlere yaptırım uygulayabilmesi, ekonomik gerekçelerle yapılan düzenlemeleri, demokrasi perspektifinden sorgulanır kılmaktadır.[8] Kamu borç krizine karşı AB’de yönetişime dair birçok değişiklik oldu. İstikrar ve büyüme paktının kurallarını sıklaştıran altılı yasa paketi gibi yasal düzenlemeler, üye ülkelerin maliyetlerini kısıtlayan koordinasyon ve yönetişim anlaşması gibi yeni anlaşmalar ya da hükümetler arası mutabakatlar, Avrupa sömestri gibi komisyon ve Konsey’in üye ülkelerin makroekonomik politikalarıyla ‘’ reform programların ‘’ yıllık çevrimlerle denetimini dayatan yeni prosedürler… Tüm bu değişikliklerin ortak amacı, iktisadi açıdan zayıf ülkelerin vesayet altında tutulup, harcama kesintilerine gitmeleri için onlara kesintisiz baskı yapılması ve emek standartlarının düşürülüp, kamu varlıklarının özelleştirilmesi. Banka kurtarma fonları alan üye ülkeler için kontrol ve kısıtlamalar daha da baskıcı hale geliyor; Yunanistan örneğinde olduğu gibi adeta sömürge sistemine dönüşüyor. Bu gelişmeler kaçınılmaz olarak AB’nin süre gelen meşruiyet krizini derinleştiriyor. Önemli kararlar demokratik baskılara karşı korundukça, büyük şirketler AB politika ve yasalarını dikte ettirdikçe, Avrupa Merkez Bankası demokratik olarak sorumlu olmadığı kararları aldıkça ve milli toplumsal modeller ortak pazar ya da malî konsolidasyon adı altında altüst olup parçalandıkça demokrasi açığı artmakta. [9]

Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi, avro krizi ya da küresel mali kriz sadece ekonomik sonuçlar değil, siyasi sonuçları da beraberinde getirmiştir. Avrupa birliği özelinde ise daha çok ekonomi politikalarının yönetilmesi noktasında açığa çıkan yönetişim eksikliği ve demokrasi tartışmaları AB’nin güncel gelişmelerini oluşturmaktadır. Avrupa’da meydana gelen demokrasi açığı ve bu minvalde gerçekleştirilen tartışmalar, diğer aday ülkeler tarafından da dikkatlice takip edilmektedir. Yarım asır bir süredir, AB’ye adaylık süreci devam eden Türkiye’nin de Avrupa’da yaşanan gelişmelere bakışı, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağışın yazmış olduğu ‘’ Avrupa Birliği’nde Ekonomik Bunalım ‘’ başlıklı makalesinde vurgulanmıştır. Bağış, ‘’ Siyasilerin yayılan ve derinleşen krizi yönetmedeki başarısızlığı nedeniyle kimi üye ülkelerde hükümet başkanlıklarına teknokratlar getirilmiştir. Tüm bu gelişmeler hali hazırda ‘’ demokrasi açığı ‘’ sorunuyla makul AB projesine olan güvenin daha da azalarak, AB kimliğinin ve AB’nin geleceğinin sorgulanır hale gelmesine yol açmıştır. ‘’ [10] vurgusunu yapmıştır.

Avrupa Birliği’nin gerek siyasi gerek ekonomik geleceği bugün yoğun bir biçimde tartışılmakta olan bir konudur. Öncelikle 2008 küresel krizinin AB ekonomilerine olan olumsuz etkileri AB’nin gelecekteki varlığını dahi tartışılı hale getirmiştir. Bu bağlamda incelenmiş olan politika alanlarının tümünde AB’nin karşı karşıya olduğu en önemli meseleler, demokrasi ve şeffaflık ile sürdürülebilir bir ekonomik ve siyasi yapı olarak ifade edilebilir. Günümüzde yaşanmakta olan Avro krizi ekonomik nedenlerden ziyade siyasi temelleri olan bir krizdir. Avrupa Birliği üye devletlerinin ulusal egemenlik kaygılarından ötürü ortak bir mali politikaya tabi olmamaları, ancak buna rağmen Euro’yu benimsemiş olmaları bu krizi tetiklemiştir. AB’deki kuzey ülkelerinde yatırım fazlası varken, bunlar ortak mali politikanın yokluğunda Yunanistan gibi ağır bir ekonomik kriz yaşamakta olan Güney ülkelerine aktarılamamaktadır. Burada esas olan ortak bir Avrupa kimliğinin ve Avrupa halkları bilincinin çok zayıf olmasıdır. Bu sorun beraberinde Avrupa’nın gelecekteki siyasi yapısının da sorgulanmasını gerektirmektedir.[11]

Yaşanan ekonomik kriz AB’de ve üye ülkelerde demokrasinin işleyişine dair bir sorun tespiti yapılmasına olanak tanıyarak çatlakları göstermiştir. Demokrasi, kuruluşundan bu yana AB’nin temel değerlerinden biri olmuştur. Öncelikle teknokrat hükümetlerin kurulması demokrasilerin normal işleyişlerinde yer almasa da, atanmışların da meclisten güvenoyu almaları gerekmektedir. Ayrıca, atanarak iş başına gelen liderlerin yürütmenin başına geçtiği yasamanın ise yalnızda seçilenlerden oluştuğu görülmektedir. Ülke içi gelişmeler uygun hale geldiğinde teknokrat hükümetler yerlerini seçimle gelenlere bırakmaktadır. Ulus üstü perspektiften bakıldığında ise AB’nin demokrasiyi güçlendirmek ve sürdürülebilirliğini sağlamak için girişimlere devam ettiği görülmektedir. Nisan 2012’de başlatılan Avrupa Vatandaş Girişimi bunun önemli göstergelerinden biridir. Hem ülkeler hem de birlik düzeyinde görülen bu gelişmeler kriz sonucu daha da görünür hale gelen demokrasi çatlaklarının çözülebileceğine işaret etmektedir.[12]

Sonuç

Lizbon Antlaşması sonrası gelinen noktada Avrupa Birliği’nde, yapılan kurumsal reformlara ve ilerlemelere rağmen demokrasi olgusunun tartışılması, bazı yapısal sorunların olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu yapısal sorunların temeli araştırıldığında, birliğin geleceğinin ne yöne gideceği de analiz edilmiş olacaktır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, Lizbon antlaşmasının hazırlanması sırasında ortaya çıkan ve imzalanmasından sonra derinleşen ekonomik krizin Avrupa birliğinin olumsuz yönde etkilediğini bu çalışmanın içeriğinde detaylıca yer verildi. Ekonomik temelli olarak görülen ancak siyasi neden ve sonuçları içerisinde barından avro krizinin, Avrupa birliğinde demokrasi tartışmalarını şekillendirdiği görülmektedir. Lizbon antlaşması ile güçlendirilen Avrupa Parlamentosunun yetkilerinin de facto olarak komisyon tarafından aşıldığını ve Avrupa Komisyonu’nun yetkilerini aşırı derecede güçlendirdiğini görmek, demokrasi açığının giderilmesi için, sadece parlamentonun yetkilerinde bir takım değişiklikler yapılmasını değil, birliğin diğer ulus üstü kurumlarının da yetkilerinde gerekli değişikliklerin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Tüm bu sorunlar, Avrupa Birliğinin etkili biçimde işleyişinin ve sorunlara gerektiği gibi ve hızlı biçimde çözüm getirmesinin önünde engel oluşturmaktadır.

Özet olarak değerlendirdiğimizde gelinen noktada Avrupa Birliği, kendine bir yön çizmek zorundadır. Avrupa Birliği, halklardan kopuk bir şekilde, güçlülerin ve zenginlerin yönlendirdiği birlik olarak devam mı etmek istemektedir yoksa halkın daha çok sisteme katıldığı, karar alma mekanizmalarında demokratik meşruiyetin güçlü olduğu, kararların yönetişim mekanizması ile alındığı bir birlik mi olmak istemektedir. Bu soruların cevapları verildiği takdirde, Avrupa’da yaşanan demokrasi tartışmalarının sonlanacağını ve daha demokratik, şeffaf ve katılımcı bir Avrupa Birliği olarak varlığını devam ettirebileceği söylenebilir.

Kaynakça:

Stephen C. Sieberson, The Treaty of Lisbon and its Impact on the European Union’s Democratic Deficit”, European Legal Studies Center, Colombia Journal of European Law, 14 Colum J. Eur., L. 445, Summer, 2008.

Kodakcı, Devrim, ‘’ Genişleme, Avrupa Birliği’nde Demokrasi Eksikliği ve Çözüm Önerileri ‘’, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Uzmanlık Tezi, Ankara, 2004.

Poyraz, Emel, ‘’ Avrupa Birliği’nin Sistem Sorunu: Kamuoyu Eksikliği ve Demokrasi Açığı ‘’, Uluslararası Hakemli Beşeri ve Akademik Bilimler Dergisi, İlk Bahar dönemi, cilt:2, Sayı:4, Yıl:2013, sf.14

Düzgit, Senem Aydın,  Özge Onursal Beşgül, ‘’ AB’nin karşılaştığı sorunlar ve çözüm önerileri ‘’, Avrupa Birliği Hakkında Merak Ettikleriniz, Avrupa Birliğine Giriş, Hiperlink Yayınları, İstanbul, 2013.

Dizman, Ali Osman, Efşan Nas Özen, ‘’ Ekonomik Krizden Siyasi Bunalıma: Avrupa Birliği’nde Krizin Faturası Demokrasiye mi Kesiliyor? ‘’, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, Ankara,2012.

Bağış, Egemen, ‘’ Avrupa Birliği’nde Ekonomik ve Siyasi Bunalım’’ , Durum Dergisi, Kasım 2013, sf.2.

Baykal, Sanem, ‘’ Avrupa Birliği’nin Geleceği: Meşruiyet Sorunu, Anayasallaşma Süreci ve Bütünleşmenin Nihai Hedefi Üzerine’’, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 1 ( Bahar 2004), sf.13

[1] http://digitaleurope.bilgi.edu.tr/html/4-1/index.html (06.12.2013)

[2] Stephen C. Sieberson, The Treaty of Lisbon and its Impact on the European Union’s Democratic Deficit”, European Legal Studies Center, Colombia Journal of European Law, 14 Colum J. Eur., L. 445, Summer, 2008

[3] Değirmenci, Gamze ‘’ Avrupa Birliği’nin “Demokratikleşme Sorunsalı” ve Lizbon Antlaşması ile Atılan Adımlar ‘’, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1286%3Aavrupa-birliinin-demokratikleme-sorunsal-ve-lizbon-antlamas-ile-atlan-admlar&catid=167%3Aab-analizler&Itemid=149

( 06.12.2013)

[4] Kodakcı, Devrim, ‘’ Genişleme, Avrupa Birliği’nde Demokrasi Eksikliği ve Çözüm Önerileri ‘’, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Uzmanlık Tezi, 2004, Ankara, sf. 76

[5] Yiğit, Dilek, ‘’ Avro Alanında Borç Krizi ve ‘’ Demokrasi Açığı ‘’, http://www.sde.org.tr/tr/newsdetail/avro-alaninda-borc-krizi-ve-demokrasi-acigi/2775 ( 06.12.2013)

[6] Poyraz, Emel, ‘’ Avrupa Birliği’nin Sistem Sorunu: Kamuoyu Eksikliği ve Demokrasi Açığı ‘’, Uluslararası Hakemli Beşeri ve Akademik Bilimler Dergisi, İlk Bahar dönemi, cilt:2, Sayı:4, Yıl:2013, sf.14

[7] Dilek Kurban, ‘’ Avrupa Birliği’nin Macaristan Sınavı ‘’, Milliyet, 19.05.2013 http://siyaset.milliyet.com.tr/avrupa-birligi-nin-macaristan/siyaset/ydetay/1710756/default.htm ( 06.12.2013)

[8] Yiğit, Dilek, ‘’ Avrupa Birliği’nin Geleceği ‘’, http://www.sde.org.tr/tr/newsdetail/avrupa-birliginin-gelecegi/2954 ( 06.12.2013)

[9]EuroMemo Grubu, Avrupa Birliği’nin Derinleşen Krizi: Temelden Değişim İhtiyacı, Avrupa’da Alternatif İktisat Politikaları için Avrupalı İktisatçılar Birliği, sf.2

[10] Bağış, Egemen, ‘’ Avrupa Birliği’nde Ekonomik ve Siyasi Bunalım’’ , Durum Dergisi, Kasım 2013, sf.2

[11] Düzgit, Senem Aydın,  Özge Onursal Beşgül, ‘’ AB’nin karşılaştığı sorunlar ve çözüm önerileri ‘’, Avrupa Birliği Hakkında Merak Ettikleriniz, Avrupa Birliğine Giriş, Hiperlink Yayınları, İstanbul, 2013, sf. 316-319

[12] Dizman, Ali Osman, Efşan Nas Özen, ‘’ Ekonomik Krizden Siyasi Bunalıma: Avrupa Birliği’nde Krizin Faturası Demokrasiye mi Kesiliyor? ‘’, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, Eylül 2012, Ankara, sf. 6

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popular Articles