Cuma, Mart 29, 2024
spot_imgspot_img

Top 5 This Week

spot_img

Related Posts

Lübnan’ın Mezhepsel Yapısı ve Ortadoğu Politikalarına Etkileri

Bu çalışmanın konusu Lübnan’ın mezhepsel yapısı ve bu yapının etkisiyle bölgesel ve küresel güçlerin oluşturduğu Ortadoğu politikalarıdır.

Bu çalışmada Lübnan’ın tarihsel özellikleri, Fransa’nın manda yönetimi altındaki Lübnan’da seyreden çeşitli gelişmeler, Lübnan’ın bağımsızlığına kavuşması, Lübnan’ın mezhepsel yapısı ve bu yapıyla ilgili sayısal veriler, Lübnan’da yaşanan iç savaşın analizi, İsrail, Suriye ve İran’ın Lübnan siyasetine müdahil olma sebepleri, Lübnan’daki çeşitli unsurların bölgesel ve küresel politikalara etkisi, iç savaş sonrası ülkedeki toparlanma süreci, Refik Hariri suikastı sonrası ortaya çıkan yeni siyasi yapılanmalar ve son olarak güncel gelişmelerden bazıları ele alınmıştır. Çalışmanın amacı Lübnan’ın karmaşık dini ve mezhepsel yapısının iç ve dış siyasetini nasıl ve ne şekilde etkilediğini ortaya koymaktır.

1. GİRİŞ

Ortadoğu olarak adlandırılan bölge uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinde kalmıştır. İmparatorluğun yıkılmasıyla birlikte sömürgeci güçlerin manda yönetimleri bölgeye hakim olmuştur. Sömürgeci güçler sonrası kurulan düzenin çarpıklığı ve çizilen yeni sınırların karmaşık yapıya sahip ülkeler oluşturması bugün dahi etkisini hissettirmektedir. Bu karmaşık yapıya sahip ülkelerin başında ise Lübnan gelmektedir. Lübnan içerdiği farklı etnik, dinsel ve mezhepsel unsurlar sebebiyle “Ortadoğu’nun aynası” olarak adlandırılmaktadır.

Lübnan’ın iç siyasetine yön veren en önemli etken karışık mezhepsel yapısıdır. Lübnan hükümeti şuan resmi olarak onsekiz tane mezhebi tanımaktadır. Ülkede uzun yıllar en belirgin sebebi mezhep farklılığı olan bir iç savaş yaşanmıştır. Bu yapının çeşitliliği aynı zamanda birçok farklı bölgesel ve küresel aktörün iç siyasete müdahil olmasına olanak vermiştir. Barındırdığı gruplar Lübnan’a birçok kez askeri müdahale yapılmasına neden olmuştur.

Lübnan’ın iç siyaseti de değişik dini ve mezhepsel gruplar temeline göre şekillenmiştir. Bu iktidar ve bürokrasi yapısının korunması ülkede sükunetin devamı anlamına gelmektedir. Yönetimin, mevcut cemaatlerin sayılarındaki artış ve azalışlara göre yeniden düzenlenmesi ülkede tekrar bir iç karışıklığın çıkmasına yol açacak kadar hassas bir dengede durmaktadır. Ülkedeki iç aktörlerin çokluğu uluslararası alanda da karşılığını aynı derecede bulmaktadır.

2. LÜBNAN’A TARİHSEL BAKIŞ

Osmanlı İmparatorluğu o dönemki adıyla Cebel-i Lübnan’ı, 1516 yılında Yavuz Sultan Selim döneminde topraklarına kattı. İmparatorluk fethettiği her toprakta yaptığı gibi bölge halkının din, kültür ve sosyal hayatına müdahale etmeksizin liberal politikalar uyguladı. Bu politikalar da, Osmanlı idaresinde kaldıkları 400 yıl boyunca Lübnan’daki çeşitli din ve mezheplerin, varlıklarını korumalarına olanak sağladı.

Osmanlı İmparatorluğu idaresin altındaki Lübnan din açısından incelendiğinde Dürzi ailelerin güçlü ve egemen oldukları görülür. Dürzîler, Müslümanların bir kolu olmakla birlikte kendilerine has dini ibadetleri bulunmaktadır. Dürzîlerin bu dönemde kendi içlerinde birliklerinin olmadığı görülmektedir. 16. ve 17. yüzyıla baktığımızda sayı olarak en kalabalık olan mezhep ise Marunîlerdir. Marunîler, Hıristiyan Katolik Mezhebini benimsemiş bir topluluk olup, sayıca fazla olmalarına rağmen etkinlik olarak çok güçlü değillerdi. Daha çok Avrupa devletleriyle ve din faktörüne dayanarak da Roma kilisesiyle yakın ilişkiler kuruyorlardı. Bu iki topluluk arasındaki çatışma 19. yüzyılda başlamıştır. Çatışmaların önlenmesi için önce Emirilik ardından ülkeyi iki idari bölgeye ayıran “iki kaymakamlık” sistemi uygulanmış fakat başarılı olamamıştır.

19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Lübnan Hıristiyanları “Arap Milliyetçiliği” fikrini benimsediler. Arap Milliyetçiliği’ni “Pan-İslamizim” düşüncesini reddederek, Lübnan ve Suriye’deki herkesin bir araya gelmesi ve Osmanlı idaresine karşı farklı din ve mezheplerin birleşmesi gerektiği biçiminde yorumladılar. Hıristiyan ayrılıkçı hareketi olarak başlayan bu düşünce 1909 yılını takip eden dönemde Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanması halini aldı. Mekke Şerifi Hüseyin önderliğinde 1916 yılında Osmanlılara karşı bir isyan başladı. Bu arada Fransa ve İngiltere Sykes-Picot adıyla bilinen bir anlaşma imzalamışlar, bütün Suriye Fransa’nın sorumluluğuna verilmişti. Fransa Hüseyin ile görüşerek kendisinin kuracağı Arap devletine Lübnan’ı dahil etmeyeceği konusunda onu ikna etmişti.

Şerif Hüseyin 1917 yılına gelindiğinde epey ilerlemişti ve onun bu aşırı ilerlemesi Fransızların ve Lübnan Hıristiyanlarının hoşuna gitmedi. Fransa bir süre sonra Beyrut’a kadar ilerleyen Hüseyin’in birliklerine müdahale etti ve kısa zaman içinde denetim kurarak bu birlikleri Beyrut’tan çıkardı. 1918 yılı itibariyle de Lübnan’da Fransız işgali başladı. 1920 yılında Fransa General Gouraud aracılığıyla büyük Lübnan devletini kurduğunu ilan etti, Son tahlilde Fransız manda rejimi altında bir Lübnan ortaya çıkmıştı. [1]

3. LÜBNAN’DA SÖMÜRGECİLİK SONRASI DÖNEM

Sömürgecilik dönemi sonunda yapılan anlaşmalarla Fransız mandası altında kurulan Lübnan devleti, iç yapısını oldukça karmaşık hale getiren sınırlarla çizilmişti. Yeni sınırlar Lübnan’ın kendi demografik ve sosyal gerçeklerine göre değil, sömürgeci ülkenin ekonomik ve siyasi çıkarlarına göre dizayn edilmişti. Bu bağlamda Lübnan’daki nüfus yapısı ve farklı toplumların fazlalığı bir iç çatışma unsuru olarak varlığını sürdürmekteydi. [2]

Büyük Lübnan, Marunîlerin büyük dini toplumu oluşturacakları ayrı bir siyasal birim sağlamak üzere kuruldu. Ancak Fransızlar yeni devlete, hâkim nüfusu Müslüman olan yeni bölgeler ekleyerek Marunî nüfusunu yüzde 30’a indirmişti. Dolayısıyla da, Maruniler siyasal olarak varlıklarını sürdürmek için Fransız desteğine ihtiyaç duyuyorlardı. Bu durum ise iktidar mücadelesinin dini temelde olduğu, siyasal kargaşanın çok kolay şekilde ortaya çıkacağı bir ortamı oluşturuyordu. [3]

Lübnan Devleti’nin kuruluş aşamasında din ve mezheplerin bölgelere göre dağılımına baktığımızda; ağırlıklı olarak, kuzeyde Marunî Hıristiyanlar, güneyde Lübnan Dağı bölgesinde Dürzî ve Hıristiyanlar, kıyı kentlerde genelini Sünnilerin oluşturduğu Müslümanlar ve ayrıca Hıristiyanlar, Lübnan Dağı’nın doğusu ve güneyindeki kırsal kesimde ise Şiiler bulunuyordu.[4]

Lübnan’ın ilk siyasi yapılanmasını oluşturan anayasa 1926 yılında oluşturulmuş ve 61 yıl yürürlükte kalmıştır. Bu anayasa tek kamaralı bir parlamento, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar kurulundan oluşan bir yönetim sisteminden oluşuyordu. Farklı cemaatlerden meydana gelen Lübnan’da mevcut hassas dengelere göre oluşturulan siyasi yapı devamlı bir iç çatışma potansiyelini kendinde barındırmıştır. 1932 yılında yapılan nüfus sayımı temel dayanak alınarak, Cumhurbaşkanının bir Marunî, Başbakanın bir Sünni, Meclis Başkanının bir Şii olması karar bağlanmıştır. Siyasal yönetim sistemi din ve mezhep temeline göre kurulmuş ve Fransa’ya yakınlığı bilinen Katolik Hıristiyan Marunî cemaate, siyasal iktidarın ve ordunun gücünün önemli bir kısmını ellerinde toplamalarına imkan veren bir yapı meydana getirilmiştir. Mevcut sistem Marunîlerin ekonomik açıdan daha fazla gelişmesine olanak sağlamıştır.[5]

Lübnan 26 Kasım 1941’de bağımsızlığını ilan etmesine rağmen Fransa, manda yetkilerini kullanmaya ve yönetime baskı yapmaya devam etti. Bu durumda Hıristiyan ve Müslüman liderler bir araya gelerek bir iç baskı oluşturdular. Cemaatler arası çekişmeleri sona erdirmek ve devletin kurumlarını yeniden inşa etmek için uzlaştılar. [6] 1943 yılında Hıristiyan ve Müslüman iki lider olan Huri ve Sulh, bir araya gelerek “Ulusal Pakt” adı verilen siyasi yapıyı oluşturmuş, parlamentodaki temsiliyet açısından mezhep dağılımı aynen korunmuştur. Buna göre mecliste altı Hıristiyan, beş Müslüman milletvekili oranı biçiminde olacaktı. Ülkedeki nüfus yapısı muhafaza edildiği sürece ciddi bir sorun yaratmayan bu yapı nüfus yapısı değiştikçe iç çatışmanın sebeplerinden biri haline gelmiştir. Özellikle Müslüman nüfusun Hıristiyan nüfusa göre daha hızlı artması, Müslüman liderlerin mevcut idari sisteme karşı çıkmasına sebep olmuştur. [7]

4. LÜBNAN’IN MEZHEPSEL YAPISI

Lübnan’ın en önemli özelliği dini ve mezhebi bakımdan çeşitliliğe sahip olmasıdır. Lübnan’da resmi nüfus sayımı en son 1932 yılında yapılmıştır. Siyasi güç, mezhep dengesine dayandığından dengelerin değişebileceği endişesi sayımın tekrarlanmasını engellemektedir. Nüfus verilerinin güvenilirliliği tartışılmakla birlikte Lübnan’a ait nüfus verilerine bakıldığında aşağıdaki sonuçlara rastlanmaktadır:

Etnik dağılım: %95 Arap, %4 Ermeni, %1 diğer (Kürt vd.)

Dini dağılım: %59,7 Müslüman, %39 Hıristiyan, %1,3 diğer (Yahudi, Bahai vd.)

Lübnan devleti on sekiz mezhebi resmi olarak tanımaktadır. Bu mezhepler için yine kesin olmamakla birlikte bugün için aşağıdaki verilerden bahsedilebilir:

İslam dini içinde kabul edilen mezhepler: %32 Şii, %20 Sünni, %5,7 Dürzi, %1,4 Alevi/Nusayri, İsmaili (çok az)

Hıristiyanlık içinde kabul edilen mezhepler: %23 Maruni Katolik, %5,5 Rum Ortodoks, %3,4 Rum Katolik, %3,2 Ermeni Ortodoks, %0,7 Süryani Katolik, %Ermeni Katolik, %0,5 Roma Katolik, %0,3 Keldani, %0,05 Süryani Ortodoks, çok az sayıda Protestan, Nasturi ve Kıpti[8]

Dürzîler Müslümanlar içinde gösterilmekle beraber inanç ilkelerinin genel İslami inanç ilkelerinden uzak olduğu görülmektedir. Dürziler Allah’ın yedi imama katılarak insan kılığına girdiğine son olarak da el-Hakim bin Emrillah’ın suretinde göründüğüne inanırlar. [9] Lübnan’da Dürzî topluluğun liderliği Canbolat ve Yazdak aileleri tarafından paylaşılmaktadır. Marunîler ise Lübnan’daki en etkin Hıristiyan gruptur. Batı dünyası ile ilişkileri oldukça iyidir. Ticaret hayatındaki etkileri yadsınamayacak derecede olan Marunîlerin uluslararası ağları oldukça kuvvetlidir. [10]

Lübnan’ın başkenti Beyrut bugün iki milyona yakın nüfusuyla tüm mezheplerin yaşadığı bir şehirdir. Ülkenin diğer kesimlerindeki mezhepsel dağılıma baktığımızda: Sünniler özellikle Batı Beyrut, Trablus ve Sayda’da çoğunlukta olmak üzere şehir merkezlerinde ve sahil kesimlerinde yoğunlaşmışlardır. Asıl olarak Bekaa’nın kuzeyi ve Güney Lübnan’da ikamet etmekte olan Şiiler, iç savaştan ve İsrail’in işgalinden en fazla zararı görmüş kesimdir. Sosyal ve dini olarak dışa kapalı bir hayat sürdüren Dürzîler, şehirleşmekten kaçınmışlar ve Cebel-i Lübnan’ın orta ve güney bölgesinde yaşamayı sürdürmüşlerdir. Alevi/Nusayriler ise Kuzey Lübnan’da Suriye sınırına yakın alanlarda yoğunlaşmışlardır. Marunîlerinyoğun olarak yaşadıkları yerler ise Doğu Beyrut ve Cebel-i Lübnan’dır. [11]

5. LÜBNAN İÇ SAVAŞI

Lübnan’ın siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamı mezhepsel dengelerin etrafında şekillenmiştir. “Lübnanlılık” ve ortak sosyokültürel değerler yerine kan bağı, cemaat ve mezhep, kimliği oluşturan unsurlar olmuştur. Dış güçlerin 19. yüzyıldan itibaren kendi çıkarları doğrultusunda Lübnan içindeki cemaatleri birbirlerine karşı kışkırtmaları kalıcı düşmanlıkların oluşmasına ortam hazırlamıştır. Lübnan gibi temsilin mezhepsel dengelere dayandığı bir ülkede, zaman içinde sayıca artan Müslümanlar daha fazla temsil hakkı talep etmiş bundan mağdur olabilecek olan Maruniler ise şiddetle bu taleplere karşı çıkmıştır. Taraflar 1970’lerden itibaren karşılıklı olarak silahlanmaya başlamışlardır.

Olaylar bir iç savaşa doğru giderken mevcut hükümet savaşı engelleyebilecek güçte olmamakla birlikte, Lübnan’da hükümetlerin bizzat kendileri istikrarsızlık unsuruydu. Yine savaşı engelleyebilecek bir başka kurum olarak ordu donanım olarak tamamen yetersizdi. Kimlik siyasetinin bir neticesi olarak ordu zayıf tutulmuştu. Zaten grupların karşılıklı olarak kendi birliklerini oluşturduğu bir ortamda ordunun iç savaşı önleyebilmesi pek de mümkün değildi.

Ülkedeki bu manzaranın yanı sıra, Filistinli mülteciler Lübnan’daki siyasi ve askeri etkinliklerini giderek arttırıyorlardı. İsrail’e karşı direnişi ise Lübnan topraklarından idare ettiriyorlardı. Temel olarak savaşın asıl bahanesi bu olmuştur. Filistinlileri Arap ülkelerinin Lübnan siyasetine müdahale sebebi olarak gören Marunîler ve bazı Şii gruplar da onların ülkelerindeki varlıklarından rahatsız olmaktaydılar. [12]

Lübnan’daki cemaatler arasındaki gerginlikler 13 Nisan 1975’te meydana gelen bir dizi olayla iç savaş halini aldı. Beyrut yakınlarında Marunî Hıristiyanların Falanjist Partisinin lideri Pierre Cemayel’e, katıldığı kilise açılış töreninde bir suikast düzenlendi ve Falanjist milisler bundan Filistinlileri sorumlu tuttu. Aynı gün içinde Filistinlilerle dolu bir otobüsteki herkesin öldürülmesiyle gerginlik iç savaşa dönüştü. Çatışmanın ilk aşaması Falanjist ve Filistinli milisler arasında gerçekleşti fakat Şiiler de Filistin saflarına katılınca olay Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında topyekûn bir iç savaş halini aldı. [13]

6. LÜBNAN’DAKİ YAPININ BÖLGESEL POLİTİKALARA ETKİSİ

Lübnan’ın bölgesel ve küresel ilişkileri iç politikasındaki karışıklılardan etkilenmiş ve özellikle çevre ülkelerin bu ülkeye yönelik Ortadoğu politikaları genel anlamda mezhepsel dengeler üzerine şekillenmiştir. Bu politikalar iç savaşla birlikte incelenmelidir.

İç savaşın başlangıcında iki ana cephe oluşmuştu. Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu ülkede Marunî Hıristiyanları önceleyen yapının devamından yana olan, ülkedeki Filistinlilerin varlığından rahatsızlık duyan ve İsrail ile iyi ilişkiler geliştirmeyi hedefleyen güçler Lübnanlılar cephesini oluşturuyordu. Karşı cephede ise Dürzî mezhebine mensup Kemal Canbolat’ın liderliğini üstlendiği İlerici Sosyalist Parti’nin, Lübnan Komünist Parti’nin, Arap Baas Sosyalist Partisi’nin içinde bulunduğu pek çok grubu kapsayan Lübnan Ulusal Hareketi vardı. [14]

1976 yılına gelindiğinde, Lübnan Ulusal Hareketi Filistinlilerin de desteğiyle ülkenin çok büyük bir kısmında kontrolü ele geçirmişti. [15] Lübnan’da etkisini arttıracak olanaklar sağlayan Suriye ve ülkedeki Hıristiyan gruplar bu durumdan memnun değildi. Suriye kendi çıkarlarını da göz önüne alarak, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in de baskıları sonucu Hıristiyanları destekliyordu. [16] Suriye, Nisan 1976’da Hıristiyanların yanında bir duruşla iç savaşa müdahale etmiştir. İlk başlardaki diplomatik çabalar sonuç vermeyince de eski müttefiki olan Lübnan Ulusal Hareketi ve Filistin Kurtuluş Örgütü karşısında askeri olarak çatışmalara girmiştir. Bu askeri müdahale Fransa, İsrail, ABD, Mısır ve Ürdün olmak üzere bölgesel ve küresel güçler tarafından desteklenmiştir. [17]

Suriye’nin müdahalesi iç savaşın gidişatı üzerinde etkili oldu. Filistinli ve Müslüman grupların özellikle Marunîler üzerindeki üstünlükleri bu sayede engellenmişti. Bir süre sonra kısa bir ateşkes yaşanmış, ardından Dürzîlerin ve Lübnan Ulusal Hareketi’nin lideri Kemal Canbolat’ın 1977’de öldürülmesiyle bir kez daha başlayan Dürzî – Marunî çatışması iç savaşı yeniden alevlendirmişti. Bu kez Marunîler Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi için mücadeleye başlamışlardı. Suriye askerleri ile Falanjist milisler arasında çatışmalar başlamıştı ve İsrail bu çatışmalara Falanjistler lehine müdahil olmuştu. Bu müdahale ateşin kısa sürede kesilmesini sağladı. [18]

İsrail’in bölgeye yönelik izlediği siyasette de Lübnan’daki Filistinliler faktörü önemlidir. İç savaşın başlamasındaki sebep olarak görülen Filistinli gerillalar, güç boşluğundan yararlanarak İsrail’e karşı Lübnan topraklarından yürüttükleri saldırılarını yoğunlaştırdılar. 1978 yılında Filistinlilerin bir İsrail otobüsüne saldırarak 31 kişiyi öldürmeleri İsrail’e saldırı için bir sebep vermiş oldu. İsrail, Filistinli güçleri etkisiz hale getirmek amacıyla Lübnan’ın bir bölümünü işgal etti. Fakat bu işgal girişimi sorası BM Güvenlik Kururu kararıyla geri çekilmek zorunda kaldı. Bölgeye BM tarafından geçici olarak güvenliği sağlaması için UNIFIL kuvveti gönderildi. [19]

1982’ye gelindiğinde İsrail birlikleri sınırı geçip tekrardan Lübnan’ı işgal ettiler. Bu sefer İsrail ordusu sadece Filistin Kurtuluş Örgütü ile savaşmakla kalmamış, Beyrut’u kuşatmaya alıp yüzlerce kişinin ölmesine sebep olmuştur. İsrail, Filistinli silah grupların Batı Şeria ile Lübnan arasındaki bağlantıyı sağladığını öne sürmüş ve bu grupları buradan temizlemeyi hedeflemiştir. Çeşitli mülteci kamplarına yönelik katliamlar gerçekleştirilmiştir. Bu baskılar sonucunda ise FKÖ 1983’te örgüt merkezini Tunus’a taşımıştır. [20]

İsrail’in işgali FKÖ’nün merkezini başka bir ülkeye taşımasıyla sonuçlansa da, Güney Lübnan’da yeni bir örgüt olan Hizbullah’ın doğmasına sebep olmuştur. Lübnan’da daha önceleri Şiiler bölünmüş değişik gruplar altında toplanmaya başlamışlardı. Şiilerin siyasi faaliyetleri 1974 yılında kurulan EMEL örgütü çerçevesinde sınırlıydı. Yeni bir parti kurma ihtiyacı vardı ve İsrail’in işgaliyle birlikte EMEL’den ayrılan bazı kişilerin içinde bulunduğu bir grup Hizbullah yani Allah’ın Partisi adıyla birleştiler. 1985 yılında okudukları programlarıyla kendilerini resmen ilan ettiler. Başlıca amaçlarını başta İsrail olmak üzere tüm işgalci güçleri Lübnan’dan çıkarmak ve Lübnan halkına yardım etmek olarak bildirdiler. [21]

Hizbullah, ideolojisini 1979’da İran’da gerçekleşen İslam Devrimi lideri Ayetullah Humeyni’ni söylemlerinden almaktadır. Hem İran’ın hem Hizbullah’ın Velayet-i Fakih teorisine inanıyor olmaları iki tarafı yakınlaştırıyordu. İki taraf da İmam Humeyni’nin Müslümanların rehber imamı olduğuna inanıyordu. Bu da tek bir liderin varlığı anlamına gelmekteydi. Bunun yanı sıra İran, özgürlük hareketlerine, özellikle de İsrail işgali altındaki Lübnan ve Filistin topraklarının kurtulmasına çok önem veriyordu. [22]

Lübnan’daki iç savaş devam ederken çatışmanın artık sona erdirilmesi gerektiğinin herkes farkındaydı. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap Devletlerinin önderliğinde 1989 yılında Taif Anlaşması şekillendi. Taif Anlaşması; siyasi reformlar, iç savaşın sona ermesi, Suriye’nin Lübnan’dan tamamen çekilmesi ve aralarında iyi ilişkiler kurulması esaslarına dayanıyordu. [23]

Taif anlaşması, değişen demografik yapıya göre meclis içinde yeni bir mezhepsel dağılım öngörüyordu. Siyasi gücün dini cemaatler arasındaki dağılımı yeniden düzenlenmiş oluyordu. Milletvekili sayısı olarak daha önceden Hıristiyanlar 6 Müslümanlar 5 oranında temsil edilirken bu oran artık eşitleniyordu. Taif Anlaşması, siyasi alanda mezhepçiliğin ortadan kaldırılmasını milli bir hedef olarak belirlemiş olsa da mezhep temelli sistem reforma uğrayarak kurumsallaşmış oluyordu. [24] Taif Anlaşması aynı zamanda ülkedeki silahlı örgütlerin dağıtılmasını ve bir Lübnan ordusunun kurulmasını öngörse de, Hizbullah silah bırakmayı reddederek İsrail ile çatışmaya devam etti. 2000 yılında İsrail Lübnan’dan tamamen çekilirken, Hizbullah önemli kazanımlar elde etmiş oluyordu. [25]

İç savaşın sona ermesiyle kısmen sakin bir yapıya kavuşmuş olan Lübnan ile ilgili, 2004 yılında ABD ve Fransa’nın önderliğinde BM Güvenlik Konseyi’nde bir karar kabul edildi. 1559 sayılı bu karara göre, Suriye birlikleri Lübnan’dan çekilmeli, Hizbullah ve Filistinliler silahsızlandırılmalı ve Lübnan hükümeti ile silahlı kuvvetleri tüm ülkede kontrolü sağlayarak cumhurbaşkanının adil bir biçimde seçilmeliydi. Temel hedef ise radikal islamın tasfiye etmek ve Lübnan’ın Suriye yanlısı yönetimini değiştirmekti. Fakat bu kararın ardından Lübnan meclisinde yapılan bir oylamayla mevcut cumhurbaşkanının görev süresi üç yıl uzatıldı. Cumhurbaşkanı Lahud Suriye’ye yakın bir kişiydi ve Başbakan Hariri ile arasındaki anlaşmazlıklar her defasında Suriye’nin müdahalesini zorunlu hale getirmekteydi. Sünni başbakan Refik Hariri bu baskılara karşılık istifa etti ve 14 Şubat 2005 yılında uğradığı bir suikast sonucu hayatını kaybetti. [26] Refik Hariri daha çok Suriye karşıtı bir siyaset izlediği için suikastın arkasında Suriye istihbaratının olduğu sık sık dile getirilmiştir. Saldırıyı takip eden saatlerde çok sayıda Lübnanlının katıldığı gösteriler, Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesine yol açacak olan “Sedir Devrimi”ni başlatmıştır. Suriye’nin bu suikastta rol oynamış olduğu yönündeki düşünce, ülkedeki Suriye varlığını bir kez daha tartışılır hale getirmiştir. Sonuç olarak artan baskılara daha fazla dayanamayan Suriye 27 Nisan 2005’te Lübnan’daki tüm birliklerini tamamen geri çekmiştir. [27]

7. REFİK HARİRİ SUİKASTI SONRASI YENİ SİYASİ YAPILANMALAR

Lübnan ve Ortadoğu tarihinde, ülkelerin siyasi liderlerine yapılan suikastların, o ülkenin dış politikası ve bölgedeki dengeleri ne kadar hızlı etkileyebileceğinin en iyi örneği Refik Hariri suikastıdır. Siyasi suikastlar Lübnanlıların devlet otoritesine duydukları güveni ortadan kaldırırken, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bölünmüşlüğü körüklemiştir. [28]Refik Hariri suikastı sonrasında ülkedeki siyasal ittifaklar iyice netleşmiştir. Bir tarafta Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri’nin önderliğini yaptığı 14 Mart İttifakı bulunmaktadır. Bu ittifakın sözcülüğünü Dürzî lider Velid Canbolat yapmaktadır. Aynı zamanda Marunî Hıristiyanların bir kısmının desteği de bu ittifaktan yanadır. 14 Mart İttifakı Suriye karşıtı bir politika yürütmektedir. Karşı tarafta ise Şii mezhebine ait Hizbullah ve EMEL örgütlerinin başını çektiği 8 Mart İttifakı bulunmaktadır. Bu ittifak ise genel anlamda Suriye yanlısı bir politika yürütmektedir. 2005 yılında yapılan seçimleri de 14 Mart İttifakı denen birleşim kazanmıştır. Bu cepheleşmenin uluslararası alanda da bir kamplaşmaya yol açtığı görülmektedir. ABD, Körfez ülkeleri, Mısır ve Batılı devletler hükümeti desteklerken, Suriye ve İran özellikle de mezhepsel yakınlığın etkisiyle muhalefeti desteklemektedir. Hatta İran; Tahran, Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Körfez ülkelerini kuşatan bir Şii nüfuz alanı kurmaya çalışmakla itham edilmektedir. [29]

Lübnan normalleşmeye çalışırken, 2006’da İsrail – Hizbullah savaşı baş gösterdi. İsrail’in görünürdeki gerekçesi bazı askerlerinin kaçırılıp öldürülmesiydi fakat bunun bahane olduğu apaçık ortadaydı. Savaşın asıl gerekçesi; bölgesel ve küresel güçlerin birbirleriyle hesaplaşmalarına dayanıyordu. Suriye ve İran’ın lehine yaşanan bazı gelişmeler bu ülkelerin konumunu güçlendirmekteydi ve silahlı direniş örgütleri İsrail’in güvenliğini tehdit etmekteydi. Dönemin ABD Dışişleri bakanı Condolezza Rice’ “Yeni bir Ortadoğu’nun zamanı geldi” sözleri bunu gözler önüne sermektedir. Savaşın sonunda ise İsrail hedeflerinin hiçbirine ulaşamamakla birlikte, Hizbullah İran desteğiyle Lübnan’daki askeri gücünü ve halk nezdindeki güvenirliğinin arttırmıştır. [30] Bu çatışmada kazanan bir taraftan bahsedememekle birlikte, uluslararası kamuoyunun Beyrut’un yerle bir edilmesine seyirci kaldığı görülmektedir. [31] Bununla birlikte 2008’de bu sefer hükümetle Hizbullah arasında bir kriz meydana çıkacak ve hükümet Hizbullah’a ait bir telefon şebekesini yasa dışı ilan ederek soruşturma başlatacaktır. Hizbullah ise bu konuda hükümeti ABD ve İsrail’in maşası olmakla suçlamaktadır. Bu olay sonucunda ise Hizbullah halk içinde itibar kaybına uğramıştır. Akabinde 2009 yılında yapılan seçimlerinde 14 Mart İttifakı 71 milletvekili çıkarırken 8 Mart ittifakı 57 milletvekili çıkarmıştır. Sünni oyların ekseriyetle 14 Mart ittifakına, Şii oyların ise 8 Mart ittifakına kanalize olduğu görülmüştür. Hizbullah ve diğer müttefiklerinin galip çıkamaması İsrail ve ABD’yi rahatlatmıştır. [32]

Son dönemdeki gelişmelere bakacak olursak, Arap Baharı’nın Suriye’deki yansıması olan çatışmalar Lübnan’ı oldukça etkilemiştir. Lübnan, Suriye iktidarının devamı veya devrilmesi konusunda ikiye bölünmüştür. Özellikle Refik Hariri taraftarları Suriye karşıtı bir pozisyonda durup, Suriye’deki rejimin devrilmesinin kendilerinin önünün açılacağını düşünüyorlardı. Hizbullah’ın başını çektiği taraf ise ilk başlarda Suriye rejiminin reformlar yapması gerektiğini düşünüyor ama rejimin devrilmesinin küresel güçlerin yararına olacağını düşündükleri için buna karşı duruyordu.[33] Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ise 26 Mayıs 2013’te Suriye iç savaşında taraf olduklarını ve Suriye adına isyancılara karşı mücadeleye katılacaklarını açıklamıştır. [34]

8. SONUÇ

“Küçük Ortadoğu” olarak nitelendirilen Lübnan’ın içerdiği çok çeşitli mezhepsel ve dini yapı birçok aktörün bir şekilde Lübnan’a müdahil olmasına olanak sağlamıştır. Ortadoğu’daki tüm dini ve mezhepsel unsurlar Lübnan’ın bünyesinde mevcut bulunmaktadır. Lübnan, bağımsızlığını kazandığından beri çok sayıda bölgesel ve küresel aktörün iç siyasetine yön verdiği bir ülke olagelmiştir. Dış unsurların çok rahat bir biçimde içeriye girebilmeleri, hiçbir grubun diğerlerine göre yeterince güçlenmesine olanak vermemektedir. Sahip olduğu karmaşık yapı Lübnan’ı kırılgan yapmaktadır.

Lübnan her ülke için farklı bir anlam taşımaktadır. ABD’nin iddiasına göre İran’ın mezhep temelli politikası olan “Şii Hilali”nin en uç parçasını oluşturmaktadır. İsrail ise Lübnan’a Filistinlilerin burada bulunması ve Hizbullah’ın varlığı sebebiyle müdahale etmiştir. İran açısından baktığımızda mezhepsel anlamda epey karmaşık olan Ortadoğu coğrafyasında, Lübnan barındırdığı Şii nüfusla önemli bir müttefik olarak görülmektedir. Ayrıca kuruluş ideolojisini İran devriminin lideri Ayetullah Humeyni’den alan ve Lübnan’da ortaya çıkmış olan Şii Hizbullah örgütü, Sünni Arap rejimleri tarafından mezhep yönüyle okunmaktadır. Yine buna bağlı olarak Körfez ülkeleri Lübnan’ı kendilerine karşı oluşabilecek bir Şii tehdidinin mekanı olarak görmektedir. Suriye açısından baktığımızda ise Lübnan’ı tarihsel olarak bir sahiplenişe rastlarız.

Genel anlamda oldukça karmaşık bir yapıya sahip olan Ortadoğu bölgesi, çizilen suni sınırlarla kendisi biçilen bu çatışmacı yapıdan sıyrılamamaktadır. Lübnan özelinde bu durum daha da açığa çıkmaktadır. Özellikle bölgesel güçler kendi mücadelelerini karşılıklı olarak değil Lübnan üzerinden sürdürmektedir. Etnik, dini ve mezhepsel unsurların çokluğu sebebiyle kendinde bu topraklara bir şekilde müdahale hakkı gören güçler, Lübnan’daki kaynayan suyun soğumasına izin vermemektedir. Bugün bile Lübnan toprakları hem sınır devletlerindeki gelişmeler hem de sahip olduğu yapı sebebiyle tekrar bir iç savaş korkusu yaşamaktadır. Bu unsurların değişmesi pek mümkün görünmediği için Lübnan’ın daha uzun yıllar diken üzerinde yaşayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
 

TUĞBA KAYA

Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri

KAYNAKÇA

Kitaplar

Acar, İrfan C., Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989

Boran, Yıldırım, Ortadoğu’da Direniş: El- Fetih, Hamas, Hizbullah, İstanbul: Siyah Beyaz Kitap, Nisan 2011

Cleveland, William L., Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008

İnat, K. , Duran, B. ve Ataman M., Dünya Çatışmaları 1: Çatışma Bölgeleri ve Konuları, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2010

Kor, Zahide Tuba, Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, İstanbul: İHH Araştırma ve Yayınlar Birimi, Aralık 2009

Makaleler

Bağlıoğlu, Ahmet, “Lübnan’ın Tarihsel Dokusu ve Yönetim Anlayışındaki Mezhebi Etkiler”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008

Köse, Talha, “Lübnan’da İstikrar Arayışları”, SETA Raporu, 2006

Birdişli, F. ve Berber, M., Ortadoğu’da Yeni Çatışma Alanları İçinde Bir Prototip Ülke Olarak Lübnan, Kahramanmaraş Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2012

Çelik, Ümit, “İç Çatışmalar ve Dış Müdahaleler Arasında Lübnan”, History Studies Voluea 4/1, 2012

İnternet Kaynakları

Mete Çubukçu, “Lübnan Diken Üstünde” Belgeseli, http://video.ntvmsnbc.com/mete-cubukcu-ile-pasaport-9-nisan-2013.html#mete-cubukcu-ile-pasaport-20-mart-2012.html (22 Kasım 2013)

Fatma Taşdemir, “Suriye İç Savaşı ve Hizbullah Desteği”, Ankara Strateji Enstitüsü, http://www.ankarastrateji.org/yazar/doc-dr-fatma-tasdemir/suriye-ic-savasi-ve-hizbullah-destegi/ (21 Kasım 2013)


[1] İrfan C. Acar, Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,  1989, s. 7-25

[2] Kemal İnat, Burhanettin Duran, Muhittin Ataman, Dünya Çatışmaları: Çatışma Bölgeleri ve Konular, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2010, s.256

[3] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s.251

[4] Ahmet Bağlıoğlu, Lübnan’ın Tarihsel Dokusu ve Yönetim Anlayışındaki Mezhebi Etkiler, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13.1, 2008, s.15

[5] İnat, Duran, Ataman, age, s.257

[6] Talha Köse, Aralık 2006, “Lübnan’da İstikrar Arayışları”, SETA Raporu,  2006, s.9

[7] İnat, Duran, Ataman, age., s.258

[8] Zahide Tuba Kor, Ortadoğu’nun Aynası Lübnan, İstanbul: İHH Araştırma ve Yayınlar Birimi, 2009, s.9-11

[9] Boran, age, s.222

[10] Köse, agm, s.16

[11] Kor, age, s.9-11

[12] Kor, age., s:47-50

[13] İnat, Duran, Ataman, age, s.259

[14] Boran, age, s.70

[15] Kor, age, s.51

[16] İnat, Duran, Ataman, s.260

[17] Kor, age, s.52

[18] Kor, age, s.53

[19] İnat, Duran, Ataman, age, s.261

[20] Cleveland, agr, s.429-432

[21] Boran, age, s.242

[22] Boran, age, s.264-265

[23] İnat, Duran, Ataman, age, s.263

[24] Kor, age, s.72

[25] İnat, Duran, Ataman, age, s.265

[26] Kor, a.g.e, s.86

[27] Fikret Birdişli, Mesut Berber, Ortadoğu’da Yeni Çatışma Alanları İçinde Bir Prototip Ülke Olarak Lübnan, Kahramanmaraş Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2012, s.24

[28] Ümit Çelik, “İç Çatışmalar ve Dış Müdahaleler Arasında Lübnan”, History Studies Volume 4/1, 2012, s. 128

[29] İnat, Duran, Ataman, a.g.e., s.265

[30] Kor, a.g.e, s.89

[31] Köse, a.g.m., s.20

[32] Kor, a.g.e., s.98-101

[33] Mete Çubukçu, “Lübnan Diken Üstünde” Belgeseli, 20 Mart 2012

[34] Fatma Taşdemir, “Suriye İç Savaşı ve Hizbullah Desteği”, Ankara Strateji Enstitüsü, 31 Mayıs Cuma

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popular Articles