Cuma, Nisan 19, 2024
spot_imgspot_img

Top 5 This Week

spot_img

Related Posts

MAX WEBER VE YORUMLAYICI YAKLAŞIM

Yorumsal yaklaşımlar pozitivizme itiraz ederler. Bu itirazları: Eldeki verilerin toplumu anlamak için yeterli olduğunu düşünürler. Toplumun birçok ölçülemeyen özelliği vardır. Bu ölçülemeyen özellikler aslında toplumu toplum yapan şeylerdir. Pozitivist düşünür olan Durkheim’de aslında bu görüşe katılıyordu ancak o toplumun gözlemler ile de anlaşılabileceğini savunuyordu. Yorumlayıcı yaklaşıma göre, toplumu birey olarak ele alıp, ölçülemeyen taraf ayrıldığında toplum gereğinden fazla sadeleştirilmiş olur. Toplumu anlamanın en iyi yolu aktörler olarak ele almaktır. Çünkü toplumda her ne olmuşsa, kanunlar, kurumlar, devlet yapıları ve toplumsal özellikler de dahil bunların hepsi birer insan yapısıdır. Hepsi belli aktörlerin bazı fiillerdir ya da eylemleri sonucunda gerçekleşmiştir. Onlar, aktörlerin belli bir eylemi neden, hangi motivasyon ile yaptığının ve amaçlarının anlaşılması ile toplumun anlaşılacağı ve inşa edileceğini öne sürerler. Daha kapsamlı bir şekilde toplumun kavranacağını söylerler. Toplumu belli oranda ayırdığımızda, toplumdaki aktörler ve faktörler birer edilgen duruma gelmiş olmaktadır. Çünkü burada aktörlerin iradesi yok sayılmış oluyor. Örneğin; toplumdaki ekonomik nedenlerden dolayı suça karışmayı veya radikalleşmeyi çok fazla mekanik bulurlar. Aktörlere odaklanarak çalışmak gerektiğine inanırlar. Ancak bunun tamamen bilimsel kriterler ile yapılamayacağını söylerler. Çünkü onlara göre aktörlerin bir şeyi neden yaptığını anlamak için bilimsel kriterler ve gözlemler yeterli değildir. Örneğin; tarihsel bir konu ise, aktörlerin o dönemdeki kültürlerini, hayat görüşlerini ve yetişme tarzlarını anlamak gerekir. Bütün bu verileri toplayıp, yorumlamak gerekir. Bu yüzden bu yaklaşımın adı yorumlayıcı yaklaşımdır. Pozitivistlere göre işin içinde yorum olursa bilim olmaz. Ancak yorumlayıcı yaklaşıma göre, bu da bir tür bilimdir ama farklı bir türdür, insanlığın ancak böyle bir bilim ile çalışabileceğini söylerler. 

Max Weber, rasyonaliteye ‘’demirden kafes’’ kalıbını kullanmaktadır. Mantık, karar-zarar hesapları, daha efektif, etkin ve verimli  olma düşüncesi artık bütün kurumları ve bireyleri dahi etkilemektedir. Her şeyi mantık çerçevesinde yapıldığında, bir taraftan ilerlemeyi sağlanırken bir taraftan da insanlar mantık sınırları içerisinde hapsedilir. Mantık dışında olanlar, insani bir boyut olmak ile beraber yavaş yavaş ortadan kaybolmaya ve aktörler belli şekillerde davranmaya başlarlar ve alışırlar. Weber, bunu bir eleştiriden ziyade bir durum tespiti olarak söylemektedir. Pozitivist yaklaşımları fen bilimleri için uygun gören Weber, toplumu anlamak için bu yöntemlerin yetersiz olduğunu düşünmüştür. O, bilim mantığından çok kopuk biri değildir. Weber’e göre tüm empirik bilgiler nesnel olarak geçerlidir. Çünkü bilimsel gerçekliğe katkı sunan her bilgi kültürden ve bireyden beslenir.

Yorumsalcı yaklaşımlarda kategoriler aranmaktadır.  Weber’e göre, tekil durumlar sonsuz bir şekilde cereyan edebilir. Bazı genellemeler çıkarıp soyut kavramlar üretmek gerekir. Üç tip meşruiyetten bahsetmiştir. Ülkelere bakmıştır, her ülke kendi içinde tarihiyle, kültürüyle farklıdır ve üç tip genelleme çıkarmıştır. Weber ortaya attığı kavramların tiplerini bulmaya çalışmıştır. Her olayı derinlemesine anladıktan sonra genel bir kavramlar ve tipler üretmeye çalışır. Pozitivist düşünür olan Durkheim’de kavramlardan ziyade kanunlar üretmeye bakmıştır. Yorumlayıcı yaklaşımda, sebep sonuç genellemesine girmezler. Onlara göre her tekil bir sonucun içerisinde, farklı farklı sebep-sonuçlar vardır. Tek sebebin tek bir sonuca yol açmayacağını iddia ederler. Yorumlayıcılara göre, var olan formlar soyut halinden çıkarılıp genellemelere vardırılırsa, bu soyutluklar arasında bir sebep sonuç ilişkisi tespit edilebilir. Ama bununda  genel geçer bir kanun olabileceğini kabul etmezler. Pozitivistler böyle kanunlar çıkarmaktadır. Yorumlayıcılara göre formlardan genellemelere varılıyorsa, sadece gelecekteki olayları anlamakta işlerine yarar. Onlar öngörü ortaya atmazlar. Örneğin; iki form arasındaki ilişkiler daha önceden tespit edildiği için, bu olayı daha kolay anlamlandırılır ve bu ideal tipler ve formlar yorumu kolaylaştırır. 

Weber’in bilim tanımına dikkat ettiğimizde, bilim ile ilgili şunu söylemektedir: ‘’Bilim hakikat üzerine evrensel geçerliliği olan yargılara ulaşmanın rasyonel bir  faaliyetidir.’’ Pozitivistler, bu tanımda yargı kelimesine karşı çıkarlar. Onlara göre, yargı bu tanımda geçersizdir. Rasyonel kavramı yerine de empirik demek doğrudur. Ancak yargı denildiğinde, işin içine araştırmacı devreye girmiş olur. Pozitivistlere göre  araştırmacı burada fonksiyonel bir iş yapmaktadır. Esas hakikat orada vardır ve bir toplum kanunu işlemektedir. Araştırmacı bu kanunu bulup ortaya koymaktadır kendisi bu işin içinde yoktur. Tamamen nesnel bir bilim anlayışı vardır. Ölçülen bir hakikat ortaya çıkmaktadır. Pozitivist olmayan her yaklaşıma göre, araştırmacı önemlidir. Hakikat kendisini ifade etmez. Tabiat da böyledir. Tabiat ile ilgili empirik gözlemler ortaya atılabilir ancak bunun açıklaması bir teoriye oturtulduğunda araştırmacının bütün bir zihinsel arka planı ve hayal gücü rol oynamaktadır. Darwin, gözlemler üzerinden evrim teorisini yazdığı zaman veya Newton’un yerçekimi kanunu ortaya atıldığında, onlar kendi zihinsel bir arka planından bunları bir zemine oturturlar. Hep keşif vardır ancak aklı aktif olarak kullanırlar. Var olan hakikatı nesnel bir olguyla açıklarlar. Her ne kadar empirik veriler kullansak da, bu verileri kullanıp bir zemine oturtan yine insanlar ve aktörlerdir. Weber, bilimlerin tanımını yapmaktadır. Bilginin araştırılan ve yöneten tarafından üretildiğini savunur. Weber birçok kişiden etkilenmesine rağmen, hep dengeli bir şekilde yol almıştır. Pragmatik epistemoloji,  gören kişi bilgiyi üretir, görünen değildir. Bu açıdan Weber bu yaklaşımlara katılmaktadır. Ancak Weber çok daha spesifik bir yöntem kullanmaktadır. Aktörlere odaklanmak, insanı ve onların eylemlerini anlamak üzerinden çalışmalar yapar. Bu kendisine özel bir yaklaşımdır. Weber’in tanımında geçen, evrensel geçerliliği olan yargılar kısmı da eleştirilmektedir. Evrensel geçerliliği olan kanunlar deseydi, pozitivist bir yaklaşım sunmuş olurdu. Hakikatın nesnel olduğu ve öznel olmadığı vurgulanırdı. Burada işler karışmaktadır. Pozitivistler bunun ciddi bir problem olduğunu öne sürerler. Çünkü işin içine yargı girdiğinde bilimsellikten çıkmış olur. Onun için şöyle bir ayrım vardır. Epistemolojiye ulaşma hakkı vardır. Felsefi bakımdan doğrudur. Yargı ve yorumlama varsa diğer taraftan kesin nesnellik olamaz. Ama, Weber bunun metedolojide yenilebileceğini savunmaktadır. Önemli olan şey metedolojidir. İşin epistemolojik boyutundaki bu paradoks, onların faaliyetinin bilimsel olmasını tamamen engellemez. İşi bilimsel nitelikte yapmak birinci etapta metodolojik bir iştir. Onların metodunda bazı kriterleri kullanmak lazımdır. Birincisi; veri kullanımıdır, ancak sadece sayısal veri değildir. Weber, tamamen ben merkezli bir araştırma ile bilimin olamayacağını ve mümkün olduğu kadar aktör hakkında bilginin toplanması gerektiğini söyler. Ona göre mutlaka fail ve aktör üzerinden anlamak lazımdır. Ancak o aktörün bu fiili neden gerçekleştiğini anlamak için onun hakkında mutlaka bilgi veri toplamak gerekmektedir. Bu şekilde toplumsal bilgiye ulaşmayı savunur. Ancak bunun da yeterli olmadığını savunur. İkincisi; araştırmacının mümkün olduğu kadar kendisini kendi değer yargılarından soyutlaması gerekmektedir. Aktör kendi kendisinin hakemi olmalıdır. Esas işin yürütülmesi sırasında değer yargılarının rol oynamaması lazımdır. Üçüncüsü ise, veri ile yorumlar arasında bir çizginin çekilmesi gerekmektedir. Yazar ve okuyan bunun farkında olabilmelidir. İşte bu şekilde toplum çalışılırsa, derinlemesine bir bilgi üretilebilir, ve okuyan kişi bu işin bilimsel kriterlerini görür. Weber, eğer verinin sağlam olduğuna ve yorumun tarafsız olduğuna kanaat getirirse, evrensel geçerliliği olan yargılara ulaşılır der ve metotlarını böyle açıklar. 

Weber’in bilimsel nesnelliğe vurgusuna örnek verirsek, öğretmenlerden tarafsız olmalarını istemek gereksizdir ve arzu edilebilir bir şey değildir, ancak onların görevleri kesinlikle öğrencilerine değerlerin nerede devreye girdiğini açıklamaktır. Weber’in ‘’ideal tip’’i bir olgunun temel özelliklerini gösteren bir zihinsel inşa sürecidir. İdeal tip aracılığıyla bir kavramın özünü ifade etmeye çalışırken, o ne empirik alandaki ortalama ne de en yaygın görünümüyle karıştırılmamalıdır. Onun bizzat kabul ettiği şey, açık gözlemsel düzeyin ötesine geçmeyi amaçlayan bir tarihsel araştırma, mutlaka zihinsel inşalara yönelmelidir. 

PROTESTAN AHLAKI

Max Weber, Protestan bir geçmişe sahip olsa da, bu kişisel bağlılığını araştırma süreçlerine karıştırmadığını ve kendi değerlerinden ziyade olgulardan söz ettiğini vurgular. Bu yüzden nesnel verilere ulaşmayı hedefler ve aktörlerin tarafsızlığını vurgular. Weber, ideal tip olarak kapitalizm tanımlamaları yapar. Kazanç anlayışının kapitalizm ile sınırlı olmadığını  ve Weber kapitalizmi, rasyonel kapitalist girişimler aracılığıyla sürekli kar ve yeniden kar arayışı olarak tanımlar. Girişimciler beklenen karı hesaplar ve buna göre davranırlar. Weber kapitalizm bağlamında, her ne kadar rasyonelliği eleştirse de , burada teknoloji ve emeğin kullanımına işaret eder. Protestanların Katoliklere göre daha yüksek düzey eğitimli ve ekonomik durumlarının iyi olması, Protestanlık ve kapitalizm arasındaki nedensellik ilişkisinin kanıtı değildir. Weber, Protestanların dünya görüşünü, korkularını, kaygılarını ve umutlarını araştırmaya ve yansıtmaya çalışır. Aktörleri derinden inceler. Protestanlar çalışma ve maddi başarıya atfedilen yoğun değer ve aylaklığı mahkum etmeleri nedeniyle kapitalizmi teşvik ederler. Weber özellikle kapitalizmin ve bir bütün olarak rasyonelleşmenin gelişiminde belirleyici önemde olduğunu düşündüğü ”Kalviniciliğe” odaklanır. Bu düşünceye göre, onlar Tanrı’yı anlayamazlar ve kimin Tanrı tarafından seçildiği ve lanetlendiği bellidir. Birey Tanrı’nın kararını değiştirebilecek bir güce sahip değildir. Kalvinci görüşte, insanların hiçbir eylemi, kimlerin seçilip seçilmediğini değiştiremez. Onlara göre işlerine çok sıkı sarılmak ve maddi başarıya sahip olmak, Tanrı tarafından seçildiğine işarettir. Weber tüm bu oluşturduğu ideal tiplerin (Protestan ahlakı, kapitalist girişimci ve Kalvinciler) zihinsel ilgilerini ve arka planını anlamak için yorumlayıcı yaklaşıma başvurmuştur. 

KAYNAKÇA:

Patrick Baert, ”Sosyal Bilimler Felsefesi;Weber’in Yorumcu Yöntemi”, s.59-88, Küre Yayınları, Ekim, 2010.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popular Articles