ORTADOĞU KRİZİNDE YEMEN
İnsanlığın doğduğu, medeniyetlerin beşiği Ortadoğu, son iki asırdır en acı olaylara, insani duyguları iflas etmiş barbarların en vahşi istilasına sahne olmaktadır. Bu istilaların tarihsel örneği olan Haçlı Seferleriyle şu anki istilaların ortak yanı, bu bölgedeki devletlerin birbirleriyle güç mücadelesine giriştiği anlarda gerçekleşmeleridir. Suriye’den Kudüs’e uzanan güzergâhta Müslüman Arap devletlerin üstünlük ve hâkimiyet yarışı özellikle Fransız ordusunun ciddi bir direnişle karşılaşmadan bölgeyi işgal etmesine sebep olmuştu.
Bildiğimiz gibi tarihte aktörler değişse de olgular, hedefler ve bunlara dönük mücadele hissi her daim olagelmiştir. Mesela, küresel mücadelenin temel saiki olan din/inanç, kişiyi ve toplumu kapsayan bir olgu olup; bu olgunun üzerinde taşıdığı kendine özgü hedefler ve bu hedeflerin inananlarına verdiği mücadele hissi vardır. İnançlarının peşinden Ortadoğu’ya gelen istilacı Haçlı ordusu(bilhassa Tapınak Şövalyeleri) ve bu hareketi şekillendirenler değişse de aynı amacı taşıyan yapılanmalar farklı isimlerle hali hazırda bulunmaktadır. Tabi ki de, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren bu tür bölge dışı devlet ve yapılanmalar kadar bölgedeki öznelerin de yürüttükleri hırslı, çıkarcı ve yıkıma yol açan politikaların da değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu politikaların son hedefi olan Yemen, ayrıca bu coğrafyadaki yapısal değişimin de açık bir örneğidir.
Öncelikle, başta İran, Suudi Arabistan ve ABD olmak üzere savaşın taraflarını ve bu iç savaşın Ortadoğu’yu yapısal olarak nasıl şekillendirdiğini ele alacak olursak, sadece petrol ve doğalgaz gibi yer altı zenginliklerinin değil, siyasi ittifakların, mezhepsel çatışmaların ve yanlış yönetimsel uygulamaların da bölgenin şekillenmesinde çok önemli etkenler olduğu ortaya çıkacaktır.
Yemen, Kızıldeniz’in bittiği Aden Körfezi’ne kıyısı olan bir ülke olması hasebiyle, tarihin her döneminde- özellikle ticari nedenlerden dolayı- ilgi odağı olmuştur. Fakat zor coğrafi şartlardan dolayı belli bir süre işgalden uzak kalmış ve bu yüzden de “Mutlu Arabistan” olarak anılmıştır. Şimdi ise tarihinde gördüğü en büyük karışıklık ve felaketle karşı karşıyadır.
Çeşitli hanedanlar tarafından yönetilen Yemen’in geleneksel yapısı, cumhuriyetin kurulmasıyla sonlanmış ve 1967’de bağımsız olan Güney Yemen’in de ortaya çıkmasıyla ülke ikiye bölünmüştür. 1990’a kadar devam eden çeşitli iç savaşlar, 90’daki birleşmeye rağmen sona ermemiş, daha sonraki yıllarda da devam etmiştir.1
2000’den sonra, Kuzey-Güney iç savaşı yerini Yemen Hükümeti- Husi milisleri çatışmasına bırakmıştır. Husiler, Şia’nın 12 İmam koluna mensup olmasına rağmen, daha çok Mutezile’ye yakın ve 12 İmam Şiiliğinin de dışında yer alan Zeydilerin siyasal ve toplumsal olarak dışlandığını öne sürerek hükümete karşı başlattığı isyanı “ortak bir Şii hareketi” gibi yansıtmaya çalışmıştır. Ayrıca isyanın bir diğer önemli nedeni, Suudi Arabistan’ın ülke yönetiminde etkisini artırdığı iddiasıdır. 2009’da El-Kaide’nin, Arabistan’ın başlattığı operasyonlardan kaçarak Yemen’e girmesi de, vaziyeti daha girift ve sorunlu hale getirmiştir.
2011’de devlet başkanlığına gelen Mansur Hadi, ülke içi savaşın kapsayıcı bir anayasa ve parlamento yapısıyla sonlandırabileceğini düşünerek bu yönde bir adım atmaya başlamış fakat ABD, El-Kaide’nin varlığını bahane ederek Yemen’e müdahale etmiş ve sonucunda çok sayıda sivil hayatını kaybetmiştir. Suudi Arabistan’ın müttefiki konumundaki ABD’nin sivilleri öldürmesi Husileri daha da güçlendirmiş ve İran destekli militanlar ülkeye daha hızlı yayılmışlardır. Buna tepki olarak, Arap dünyası içinde üstünlüğünü kanıtlamaya çalışan Suudi Arabistan, hükümete destek vererek savaşa dâhil olmuştur. İranla arasındaki liderlik mücadelesini kaybetmek istememiş ve Husilere karşı Onlu Koalisyonun, Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın baş aktörü olmuştur. 2019’da Husilerin ünlü petrol/doğalgaz şirketi Aramco’nun işlettiği petrol havzalarına düzenlediği saldırı- Patriots savunma sistemlerinin SİHA’ları fark edemediği iddiası şaibeli olmakla beraber- sonrası Arabistan, Yemen’e daha çok müdahale etmeye başlamış ve bu saldırıyı, ülkeye olan müdahalesini meşrulaştırma aracı olarak kullanmıştır.
Arabistan’ın Ortadoğu’daki müttefiki olan ABD ise bölgenin önemli dış aktörlerindendir. 2016’ya kadar politikada çok farklı bir değişiklik yapmayan Birleşik Devletler, Trump yönetimiyle farklı bir yol izleyerek askerlerini Ortadoğu’dan kademeli olarak çekme yolunu izlemiştir. Silah satışlarına devam ederek daha çok siyasi-ekonomik bir rota izleyerek Amerika’yı önceleyen yaklaşımla, iç meselelere yönelmiş; bu döneme kadar birikmiş olan dış borçları kapatmaya, ABD’ye kayıp yaşatan Ortadoğu’nun sorunlarından- İsrail dâhil- adım adım uzaklaşma yolunu seçmiştir. Bununla birlikte, İran’a yaptığı baskılar ve Araplarla oluşturduğu ittifak, savaştaki dengeyi bir tarafın lehine bozmuş, soruna herhangi bir çözüm sunamamıştır. Önümüzdeki dönemde- Biden ve sonrası- ABD’nin Rusya ve Çin tehditlerini öncelemek zorunda kalacağını ve bu yüzden Ortadoğu’ya göreceli bir çözüm düşünülebilse de, İran’a koşulan ön şartların gerçekleşmemesi dâhilinde İran-Suriye-Rusya ittifakını karşısına alacağını da unutmamak gerekir yani, Obama döneminde olduğu gibi Ortadoğu’ya dair beklentiler boşa çıkabilir.
1979 Devrimine kadar- Şahlık döneminde- “Pers İmparatorluğu’nu diriltmek” söylemiyle bölgeye hâkim olmaya çalışan İran, devrimden sonra “İslami(?)” kimliğe bürünerek aynı amacı sürdürmüştür: Eski topraklara yeniden hâkim olmak! İran bu amacı gerçekleştirmek için ilk olarak, ülke içi dinamiği kendi lehine oluşturup sistemleştirerek, dışarıda uygulayacağı “devrim ihracı”nı meşrulaştırmıştır.
Humeyni, 79 Devrimiyle ülke yönetimini monarşiden cumhuriyete çevirmiş ve halkın desteğini bulan anayasayla çok farklı bir yönetim sistemi kurmuştur2. Oluşturulan anayasa, devrim ihracının adeta işaretçisi konumundadır nitekim İran Anayasası’nda var olan, “Evrensel İslam devriminin Rehberi ve İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu olan İmam Humeyni3” ifadesi, hareketin ulusal değil evrensel nitelikte olduğunu göstermektedir.
Ortadoğu’da tehdit olarak gördüğü halk hareketlerini, grupları ve hatta devletleri saf dışı bırakabilmek için bu “devrimci” ruhla, çok sıkı iletişim kurduğu Şii gruplarını ustaca kullanan İran, bölgesel düzeni de kendi içyapısına çevirme amacıyla dış politika yürütmektedir. Son örneğini Yemen’de gördüğümüz bu politikaların hem Yemen halkına hem de İran’a çok ciddi zararlar verdiği aşikârdır. Söz konusu İslam dünyasının lideri olma hayali, İran’ın ekonomik sıkıntılarını ve siyasi arenadaki kayıplarını artırmaktadır.
Suriye iç savaşında Rusya ile yaptığı ittifakın sonucu olarak, askeri maliyetleri ve kayıpları artan İran4 Yemen’de de Husilere destek vererek zaten kötü olan ekonomik yapısını iyice tehlikeye sokmuştur. Bu desteği ayrıca, Müslüman ülkeler başta olmak üzere birçok ülke nazarında itibarını ve güvenilirliğini sarsmış ve hepsinden önemlisi, bir ülkenin iç işlerine karışmak suretiyle uluslar arası hukuku ihlal ederek milyonlarca sivilin hayatını mahveden iç savaşı körüklemesine neden olmuştur.
Tüm bu değerlendirmeler bize, Yemendeki iç savaşın sadece tarafların anlaşması yoluyla çözülebileceğini göstermektedir çünkü mevcut gerilim bu şekilde devam edecek olursa çok daha büyük sorunlara yol açacaktır.
Hava operasyonları devam edecek olursa, zayıf düşen Husilere karşı halk hareketi başlayabilir ki bu da yeni bir iç savaş demektir. Mevcut iç savaş, herhangi bir taraf üstünlük sağlayamadan devam edecek olursa bu sefer ateş ülke dışına- Körfezin tamamına- sıçrayabilir dolayısıyla petrol güzergâhı olan Babülmendep’in kapanma ihtimali dahi doğabilir.5
Bunları göz önünde bulundurması gereken İran ve Arabistan, ekonomik ve toplumsal sorunlarını önceleyerek lider olma rüyalarını arka plana atmalıdır aksi takdirde ülke içi isyanların çıkma ihtimali doğacaktır ki her ikisi de böyle bir şeyi görmek istemeyecektir. Petrolün zaman geçtikçe itibar kaybediyor olması, dolayısıyla petrole dayalı vergisiz sistemin sosyal yapıyı artık yönlendirememesi Arabistan’da; dış operasyonların neden olduğu astronomik harcamalar, devlet kademesindeki Devrim Rehberi- Cumhurbaşkanı uyuşmazlığı ve ülke içi ekonomik sıkıntıların ciddi boyutlara ulaşması İran’da iç değişimi zorunlu kılmaktadır.
Son olarak eklemek gerekirse, Yemen sorununun çözümünde en etkin olması gereken kurumların başında İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT) gelmektedir. Tarafları sahadan masaya taşımak siyasi; ülkeye yapılacak yardımların da Teşkilat bünyesinde ve bütçesinde toplanarak dağıtılması da ekonomik çözüm olarak uygulanabilir böylece, yardım vasıtasıyla siyasi propaganda yaparak çözümü zora sokanların bu amaçları engellenmiş olacaktır. Hukuki çözüm de, savaş suçu işleyenlerin bir an önce yargılanmaları, ülke içinde kapsayıcı, birliği-bütünlüğü vurgulayan, kontrol- denge mekanizmasının işlediği devlet yapılanmasının kurulması olmalıdır. Müslüman ülkeler arasındaki siyasi ve sosyal sorunları çözmekte maalesef yeteri kadar etkili olamayan İİT, Yemen sorununa daha yapıcı ve çözüm odaklı bir şekilde eğilerek varlığını hissettirmelidir. Ortadoğu’da birbirleriyle anlaşmakta zorlanan ülkelerin bir araya gelerek bu teşkilatı kurabilmesi bize, böyle bir ihtiyacın gerekliliğinin bölge ülkeler tarafından kabul edildiğini göstermektedir. Bunun farkında olarak İİT, devlet üstü konumunu kullanarak Yemen’in yeniden yapılanmasına yardım ve teşvik etmeli, savaşın herkese kaybettirdiği gerçeği üzerinden tarafları masaya çekmeli ve uzlaştırmalıdır.
KAYNAKÇA
1) Yemen’de Arap Baharı, Mehmet Salih Gün
2) İran’da Devlet Yapısı ve Temel Kurumlar I: Devrim Rehberliği, Mehmet Koç, İRAM Analiz/ Mayıs 2018
3) İran’da Devlet Yapısı ve Temel Kurumlar I: Devrim Rehberliği, Mehmet Koç, İRAM Analiz/ Mayıs 2018
4) İran ve Suriye İç Savaşı: Koalisyon Siyaseti ve Artan Maliyetleri, Eyüp Ersoy, ORSAM-Ortadoğu Analiz Dergisi/Ocak-Şubat 2016
5) Yemen Krizi, Husiler ve İran- Körfez Güç Mücadelesi, Ali Semin, BİLGESAM, Ekim 2017
Görsel kaynağı: https://dogruhaber.com.tr/