Ortadoğu su sorunları bakımından akıllara gelen ilk bölgelerdendir. Uluslararası Kaynak Enstitüsü’nün verilerine göre Ortadoğu’da %80’ne varan su kıtlığı yaşanmaktadır. Hızla artan nüfus, iklim değişiklikleri ve suyun iyi yönetilmemesi nedenleriyle Ortadoğu’da hala su sorunu çözülememiştir.
Ortadoğu’daki bu su problemleri çevresindeki komşu ülkeleri de etkilemiştir. Sınıraşan sular sorununa bağlı olarak çatışmalar ve anlaşmazlıklar meydana gelmiştir. Sınıraşan sular ile, bir ülke içerisinde doğan veya daha fazla ülke içerisinden dolaşarak deniz veya göllere ulaşan su kaynakları kastedilmektedir. Türkiye ve Irak arasında kalan Fırat ve Dicle nehirleri nedeniyle bazı anlaşmazlıklar oluşmuştur. Bir uzlaşma yoluna varılmamış ve bölgede IŞİD terör örgütünün doğması ile sorunlar daha karmaşık hale gelmiştir. Bu sorundan Türkiye’de olumsuz olarak etkilenmiştir.
Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye’den doğarak aşağı kıyıdaş devletler olan Irak ve Suriye’den geçip Şattül-Arap adını alarak tek bir nehir olarak birleşmektedir. Türkiye ve Irak arasında bazı ihtilaflar mevcuttur. Türkiye bu suların sınıraşan sular olduğunu iddia ederken, Irak ise, sınıraşan değil uluslararası su olduğunu iddia etmektedir. Peki Irak uluslararası su ile neyi kastetmektedir? İki ya da daha çok devletin ülkesinden geçen ya da bu devletler arasında sınır oluşturan akarsular, göller, kanallar ve yeraltı sularını kastetmekte ve Fırat-Dicle nehirlerinin de bu tanıma uygun olduğunu ifade etmektedir.
Türkiye ve Irak arasında oluşan bu gerginlikler, Türkiye’yi farklı yollar aramaya sevketmiştir. Türkiye, petrole olan bağımlılığını azaltmak ve kendi hidroelektrik üretimini artırmak için barajlar kurma yoluna gitmiştir. 1975 yılına kurduğu Keban Barajı ile, Türkiye ve Irak arasındaki gerginlikler artmış, Suudi Arabistan’ın uzlaşmacı tavrı ile bu anlaşmazlık çözülmüş ve bir çatışmaya gidilmesi önlenmiştir. Irak ve Suriye, Keban Barajı ile, Fırat nehrinin havzasının azalacağından endişe etmişlerdir. Türkiye Fırat ve Dicle’yi tek bir havza olarak görmekte, Irak ise ayrı iki havza olarak değerlendirmektedir. Yukarıda söylediğimiz gibi, Fırat ve Dicle’nin birleşip Şattül-Arap adlı tek bir nehir ismini alması Türkiye’nin iddiasını doğrulamaktadır. Irak ise, yüzyıllardır, Fırat ve Dicle nehirlerini kendisinin kullandığını ve bölge halkına bir yaşam kaynağı olduğunu savunmuştur.
Türkiye’nin havzalardaki verimi artırmak adına hayata geçirdiği Güneydoğu Anadolu Projesi, Irak tarafından yine eleştirilmiştir. Irak, bu projenin suyun kirlenmesine, akış hızının düşmesine, tarım alanlarının zarar görmesine neden olacağını söylemiş ve bu projeye karşı çıkmıştır. Irak gibi Suriye’de, Türkiye’nin yaptığı bütün tesislere ve başlattığı projelere karşı çıkmıştır.
Türkiye ve Irak arasındaki bu su problemi henüz çözülememişken, Ortadoğu’daki merkezi boşluktan faydalanan terörist gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu gruplar hem devletin varlığını tehdit etmiş hemde yaptığı birçok eylemler nedeniyle sivillerin hayatını kaybetmesine neden olmuşlardır.
IŞİD, varlığını meşrulaştırmak ve ordusuna katılımı artırmak için, özellikle yandaşlarının olduğu bölgelere suyun taşınmasını artırarak birçok faaliyetlerde bulunmuştur. Diğer bölgelerde ve ilçelerde, hem suya ulaşımı kesmiş hem de savaş ortamının yarattığı durumla, su kaynaklarının kirlenmesine neden olmuştur. Bu kirlilikten dolayı binlerce insanın zehirlenerek yaşam mücadelesi verdiği de ortaya çıkmıştır. IŞİD ilk başta bölgedeki enerji kaynaklarına yönelerek petrol ve doğalgaz kaynaklarını kontrol etmeyi amaçlamış, bölgedeki suyun önemini ve savunmasızlığını görüp bu alana da yönelmiştir.
Peki su silah olarak nasıl kullanılıyor? Örgütler kendi hakimiyet alanlarını genişletmek için arazi alanlarını kontrol ediyorlar, halkın güvenini kazanmak ve destek almak için, bağlantıları kesiyor, ve su arıtma tesislerine zarar vererek suların kirlenmesine yol açıyorlar. 2014’te, Musul Barajı IŞİD tarafından ele geçirilmiş, bu süre boyunca, barajın içinde ve çevresinde yoğun bir çatışma yaşanmıştır. Bağdat’ı su basmakla tehdit eden IŞİD, Felluce ve Ramadi’deki baraj kapaklarını kapatarak, Musul’u sular altında bırakmayı ve küçük Suriye kasabalarında suyu zehirlemesi hedefliyordu.
Türkiye Irak’taki kadar büyük bir su sorunu yaşamamıştır. Ancak, Irak’ta yaşanan sel baskınları, elektrik kesintileri ve Türkiye’ye doğru bir göç dalgasının olabileceği endişesini doğurmuştu. Bu yüzden Türkiye kendi toprak bütünlüğünü korumak için, IŞİD’in karşısında yer almıştır. IŞİD bu eylemleri ve faaliyetleri İslam adı altında yaptığından, Batı ülkelerinde İslamofobik olayların ve ayrımcılıkların yaşanmasına neden olmuştur.
Şu an bulunduğumuz 21. yüzyılda hızla artan nüfus ve bununla birlikte gelişen teknolojiye rağmen bu sorunlar devam etmektedir. Çözüm odaklı yaklaşımlar olmamıştır. Her devlet kendi çıkarları ve bakış açıları neticesinde olayları değerlendirmiş ve sadece devlet odaklı yanaşmışlardır. IŞİD kurulma ve genişleme aşamalarının çoğunda stratejik olarak su ve suya ulaşımın kolay olduğu bölgeleri seçerek Irak için büyük tehdit ve tehlike oluşturmuştur. Yaptığı eylemlerde birincil amaç su kaynakları ve yapılarına -barajlar, sulama kanalları, boru hatları vb.- müdahalede bulunması su kaynaklarının önemini bir kez daha gündeme getirmiştir. IŞİD, işgal ettiği köylerde suyu keserek suyu bir silah olarak kullanmıştır. Buradan da anlaşılacağı gibi devlet yönetiminde olması gereken bir kaynağı devlete ve vatandaşlarına karşı kullanarak uluslararası kamuoyunda oldukça dikkat çekmiştir.Irak ve IŞİD, Türkiye’nin barajlarından daha fazla su bırakmasını talep etmiş, Türkiye ise kendi ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini iddia etmiştir. Ülkeler işbirliği içinde, kendilerini tehdit eden terörist gruplara ve tehlikelere karşı birlikte mücadele ederek bu sorunlar çözülebilir. Sadece devlet odaklı ve çıkar amaçlı düşünülmemelidir.
Kaynakça:
KIZILKOCA, Bilgenur ”Ortadoğu’da Su Sorunu ve Su Güvenliği IŞİD Faktörü” Çukurova Üniversitesi, Adana, 2019.
ŞAHİN, MEHMET, ”Ortadoğu: Aktörler, Unsurlar, Sistemler”, s.599, Kopernik, İstanbul, 2019.