Osmanlı millet sisteminin özeliklerini, modernleşme sürecinin etkileri ile birlikte ele alarak 19. yüzyılda başlayan milliyetçilik hareketlerinin Osmanlı devletinin dağılma sürecine ve Türk milliyetçiliğin doğuşuna olan etkilerini ele alacak olan bu yazı, Türkiye’de milli kimlik ve milliyetçilik tartışmalarının kökeninin ortaya konulması ve gelişim seyrinin Osmanlı mirası göz ardı edilerek değerlendirilemeyeceği iddiasına dayanır.
Umut Özkırımlı’nın işaret ettiği gibi millet ya da devlet inşa etme süreçlerinin akıbetini, başından kestirmek güçtür. (Özkırımlı, 2008:25) Millet, farklı milliyetçilik projelerinin rekabetinden, galip gelenin milletçilik anlayışı çerçevesinde “kurulur” ve “kurgulanır” .(Özkırımlı, 2008:25) İlber Ortaylı, Osmanlı millet sistemi çerçevesinde yaptığı değerlendirmede, Osmanlı sosyal tarihinin “ulusçuluktan (milliyetçilikten) önceki dönemi” çağrıştırdığını söyler. (Ortaylı, 997) Bu bağlamda, Ortaylı milliyetçiliğin “ bir bakıma Osmanlıya ithal edildiğini” vurgular.
Milliyetçiliğin ortaya çıkışından öncesi için yapılacak bu dönemlendirme sayesinde, Osmanlı’dan Türk ulus devletinin kurulması sürecinin kavranması kolaylaşır. Fatma Müge Göçek’ın vurguladığı gibi, Osmanlı’da “toplumsal yapı, anlam dünyası ve kurumsal yapının etkileşimi” sonucunda bir Türk milliyetçiliği vücut buldu ve daha sonra yeni kurulan Türkiye devletinde 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milliyetçiliğinin özel biçimini şekillendirdi. (Göçek, 2008:64)
Bir milliyetçi hareketinin nasıl doğduğu ve başarıya ulaştığını anlamak, içinde yeşerdiği ortamın koşullarının, tarihin ve bu milliyetçi anlayışa alternatif akımların da bilinmesini gerektirir. Zira tarih, “millet olma” çabasındaki birçok topluluğun bunu başaramadığını gösterir. (Özkırımlı, 2009: 281) Bu genel tespitlerin ardından, Osmanlı millet sisteminin sonlanması ve Türk milliyetçiliğinin doğuş serüvenini değerlendirebiliriz.
Osmanlı millet sistemi
Her toplumun içinde bulunduğu tarihsel koşullar farklıdır; bu nedenle her toplumun milliyetçilik anlayışı farklıdır. Osmanlı devletinin dağılma sürecinde doğan Türk milliyetçiliği de Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçiliklerden farklı özelliklere sahiptir. Bu anlayışla, Osmanlıda Türk milliyetçiliğinin doğuşunu ve daha sonra Türkiye devletinde evrilme sürecini kavramak, öncelikle Osmanlı millet sistemini kavramayı gerektirir.
Osmanlı devleti çeşitli etnik ve dini toplulukları beş yüzyıl boyunca yönetebilmeyi başarmış, çoğunlukçu (plural) bir toplum yapısının klasik bir örneğini oluşturur. ( Bradue ve Lewis, 1982) Osmanlı’nın hâkimiyeti altındaki topluluklara geniş bir özerklik tanıyan toplumsal bir yapı meydana getirmesini sağlayan işte bu “millet” sistemi idi. Bazı yazarlar, İslamiyet’in kuruluş yıllarında ortaya çıkan ve İslam devletinin temel esaslarından biri olan bu sistemin ümmet anlayışına dayandığını; daha sonra Osmanlıda millet sistemi şekline dönüştüğünü savunur. (Küçük, 1009) Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren millet sisteminin tarihi sürekliliği olduğunu savunan bu görüşlere karşı olan Aron Rodrigue gibi yazarlar ise, millet sisteminin asıl olarak 19. yüzyılda ortaya çıktığını iddia ederler. 1856 Islahat Fermanı ile cemaatlerin kendi öz yönetimlerini kurabilmelerine olanak veren nizamname ile millet sistemi denilen yapının oluştuğu iddia edilir.
Osmanlıda millet sistemi, hâkimiyet kurulan ülkelere kamu hukuku açısından muhtariyet benzeri bir idare sistemi oluşturmayı ve fethedilen ülkelerdeki gayrimüslim denilen topluluklara kendi kendilerini idare edebilmelerine olanak sağlayacak bazı hakların verilmesini sağlıyordu (Küçük: 1009). Millet sisteminde, her bir etnik grubun kendi dini lideri vardı. Sistem bir anlamda çok kültürcü bir idari sistem ve yaşama tarzı olarak da değerlendirilebilir.
Millet kelimesi Osmanlı’da bugün kullanıldığı anlamda kullanılmıyordu. Arapçada millet- “community” anlamında dini topluluğu ifade eden kavram, Osmanlıda dini cemaatin karşılığı olarak tanımlandı. (Ortaylı, 996) Osmanlıda topluluklar, modern anlamda bir topluluk olmaktan ziyade, daha çok cemaat şeklinde yapılanır ve birbirleri arasında bir kaynaşma olmaz. İlber Ortaylı, Osmanlı milletleri içinde aynı dili konuşanlar ve hatta aynı mezhebe sahip olup da farklı dil konuşanlar içinde bile farklı gruplar olduğunu söyler. (Ortaylı, 996) Bu sebeple, Osmanlı devlet yapısı içinde, Osmanlı milletlerinin her biri “kapalı bir kompartıman” oluşturan gruplardı ve bir topluluk içindeki farklı cemaatler arasında bile ilişkiler asgari seviyede kalmaktaydı.
Bernard Lewis ve Benjamin Braude, çok dilli ve çok etnili imparatorluklardan biri olan Osmanlı’nın millet sisteminin çoğul (plural) olduğunu söylerler. (Braude ve Lewis, 1982) Söz konusu çoğul yapı, Osmanlıda farklı topluluklar arasında, bireysel ilişkiler ve padişahla olan ilişkiler açısından bir hiyerarşi ilişkisi olduğunu ortaya koyar. Toplumda, kültürel, dini ve ekonomik meselelerde hâkim millet Müslümanlardır. Aron Rodrigue ise, Osmanlı ve Batı arasındaki çok-kültürcülük açısından yaklaşım farkını açıklarken, Batı sisteminde kültürel, dinsel ve etnik farkların evrensel normlara göre konumlandırıldığını; Osmanlıda ise millet sisteminin özgül anlamda bir evrensel norm taşımadığından, hâkim dini grup olan Müslüman cemaatinin kendini diğer etnik ve dinsel cemaatlerden üstün gördüğüne işaret eder. Bununla birlikte Rodrigue, Osmanlıyı “hoşgörülü” bir devlet olarak tanımlar. ( Rodrigue, 1996)
“Milliyetçilik ve modernleşme çağı” olarak bilinen 19. Yüzyılda, modernleşme ve milliyetçilik hareketleri iç içe geçmiştir. Bu yüzyılda başlayan Yunan ayaklanması, Osmanlı devletinin sadece dıştan değil içten de bölünme tehlikesini gündeme getirmişti. (Kushner, 1998: 10) Avrupa’dan etkilenen Osmanlı Hıristiyanları gittikçe daha fazla özgürlük talep ediyorlardı. (Kushner, 1998: 10) Bu talepler karşısında Osmanlı devleti, reform hareketleri başlattı. Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimler memuriyete girmeye hak kazandılar; Islahat Fermanı’nın ilanından sonra ise yasal düzeyde zimmetlik anlayışı kayboldu ve din ayrımı yapılmaksızın her cemaat hukuki düzeyde eşit olarak değerlendirildi. Bu sayede, Rum, Ermeni ve Yahudiler devlet bürokrasinin bir parçasını oluşturmaya başladılar. Islahat Fermanı sonrasında Hıristiyan cemaatlerin kendi kilise meclislerine halktan üyelerin girmeye başlaması sayesinde, millet sisteminin parçası olan gayrimüslimler, millileşme ve laikleşme yoluna aynı anda girdiler.(Küçük : 1023)
Tanzimat reformlarının hayata geçirilmesi, Osmanlı halkını birbirine bağlayan daha geniş anlamda Osmanlılık fikrini benimsetmeyi ve böylece etnik ve dinsel farklılıkları önlemeyi amaçlıyordu. “Osmancılık” olarak adlandırılan bu yeni siyasetin içerdiği çelişkiler ve uygulamadaki zorluklar göz ardı edilemezdi. (Kushner, 1998: 11) Çok dinli ve çok kültürlü imparatorlukta Müslümanlar kendi üstün pozisyonlarını muhafaza gayreti içinde girmişken; Hıristiyanlar da her geçen gün artan maddi güçleriyle birlikte elde ettikleri yeni hakların yanında, bağımsızlığa giden yolda, daha çok yeni hak talep etmişlerdi. (Kushner, 1998: 11)
Tanzimat ve Islahat Fermanları ile gayrimüslimlere tanınan haklar, Osmanlı tebaası içinde gayrimüslimlerin durumunu Müslümanlara göre daha iyi bir seviyeye getirdi. (Küçük:1023) Bu sebeple, gayrimüslimlerle Müslümanları kaynaştırmak yerine, reformlarla verilen bu haklar aksi yönde etki yarattı. Çok etnisiteli ve çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın yükselen milliyetçi hareketleri karşısında millet sisteminde değişiklikler ve reformlar yolu ile milletlerin ortak bir Osmanlı yurttaşlığı etrafında birleştirilmesi ve dağılma sürecini engelleme çabaları sonuçsuz kaldı. Yaşanan siyasal dönüşümler farklı kimlikler yarattı ve bu yeni siyasal kimlikler millet sisteminin ve Osmanlı’nın sonunu getirdi. (Göçek: 2008: 64)
Osmanlıda Türk milliyetçiliğinin doğuşu
Braude ve Lewis’in işaret ettiği gibi, reformlar sonucunda, İslam dini tarafından korunan gayrimüslimler, artık dış güçlerin koruması altında girdiler. İlahi kanunlara göre korunması gerekli “zimmî” olanlar, artık Osmanlıda savaş bölgesinde dış güçlere bağlı yabancılar olmayı tercih ettiler. “Osmanlılık” fikri bu sıkıntıyı aşmayı amaçladı ancak çare olamadı. Gayrimüslimlerin hem eşit şekilde devlet tebaası, hem de dış güçlerin himayesinde aynı zamanda bulunmaları zaten mümkün olamazdı. ( Braude ve Lewis, 1982)
Tüm bunlara ek olarak, 19. Yüzyılda Osmanlıda devam eden savaşlar fakirleşen Müslüman halkla, zenginleşen Hıristiyanları karşı karşıya getirdi. Aynı zamanda, güçlenmeye başlayan yeni Müslüman orta sınıfın da Yunan, Ermeni ve Yahudilerle karşı karşıya kaldığı bir durum ortaya çıktı. ( Braude ve Lewis, 1982)
Osmanlıda Türk milliyetçiliğinin esasları ve gelişmesinin anlaşılması 19. yüzyılın son çeyreğinde çeşitli fikir akımlarına, bu dönemin siyasi ve sosyal tarihine bakmayı gerektirir. (Kushner, 1998:15) Osmanlı devletinin gerileme ve dağılma sürecinde, Balkan milliyetçiliklerinin ve ardından Ortadoğu da başlayan isyanların etkisi ile Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Müslümanlar yaklaşan çöküşü engellemek ya da süreci yavaşlatma çabası içine girdiler. Bu arayış, önce Osmanlıcılık, sonra Pan-İslamizm; bu ikisinin Osmanlı devletinin dağılma sürecini durdurmadığı görüldüğünde en sonunda Türkçülüğün ya da Türk milliyetçiliğinin farklı biçimlerinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Milliyetçilik hareketleri ve modernleşme süreçlerini kapsayan 19. Yüzyıl siyasi ikliminde, Batılılaşma süreci Osmanlı devletine de farklı düşünce ve fikirleri taşıdı. “Vatan”, “millet” ve “eşitlik” gibi kavramlar Avrupa’da yabancı elçiliklere giden öğrenciler ve Türkiye’de açılan yeni okullar kanalı ile Osmanlı aydınları arasında tartışılmaya başlanmıştı. (Kushner, 1998: 10) Bu gelişmeler, “Osmanlılık” doktrinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Osmanlılık, hem Müslüman hem de Müslüman olmayanlar arasında önemli destek bulmuştu. Bu fikri savunanlara göre, önce Balkan vilayetlerinde başlayan milliyetçi ayaklanmaların bastırılması için başlayan reformlar ile modernleşme süreçleri, din farkı gözetilmeden tüm Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin eşit haklara sahip olmaları sonucunda bir Osmanlı yurttaşlığı yaratacak, laik yasalar ve kurumlar ortaya çıkacaktı. (Shaw:1006).
Osmanlılık fikrinin popüler olduğu dönemde, Hıristiyan tebaası arasında Hıristiyan milliyetçiliği güç kazanmaya başlamıştı. (Shaw:1006) O dönemde yayılan Pan-Hıristiyanlığa karşı Osmanlı’nın verdiği bir diğer cevap olarak ortaya çıkan İslamcılık- İslamizm, Osmanlı halifesi olarak sultanın önderliğinde bir İslam birliği sağlanması fikrine dayanıyordu. Diğer bir deyişle, devleti kurtarma mücadelesinde Osmanlıcılık fikri yerine İslamcılık devreye girdi. Müslümanlar ile Türkler arasında Orta Asya’dan Hindistan’a tüm Müslümanları birleştirmeyi amaçlayan bir İslam milliyetçiliği yayılmak istendi.(Shaw:1006)
Pan-İslamizm de beklenen sonucu yaratmadı; Balkan milletlerindeki milliyetçilik hareketleri daha sonra Müslümanlarda da yayılmaya başladı ve Arap ve Arnavutların milliyetçilik düşünceleri ile bağımsızlıklarını hedeflemesi sonucunda, bu milletler kendi ulusal hareketlerini geliştirdiler. (Shaw:1006) Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Türkler, tüm bu gelişmelerin etkisiyle Osmanlıyı Türk devletine dönüştürmeyi amaçlayan bir ulusal hareketi Jön Türkler döneminde oluşturmaya başladılar. (Shaw:1006)
David Kushner’e göre, İslam dinine ve Osmanlılığa “yürekten bağlı ateşli milliyetçiler olan Osmanlıların hızlı bir şekilde değişmeleri, Türk milliyetçiliğinin temellerinin daha önceki devirlerde atıldığını fikrini desteklemektedir”. (Kushner, 1998: 5) Kushner gibi pek çok yazar, Jön Türkler devrinde başlayan ve gelişen Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında siyasi, sosyal ve dış etkilerin olduğunu vurgular. (Kushner, 1998:15)
Bu noktada, 19. yüzyılın başlarında Osmanlı’da “Türklük” kavramının kullanılmadığını, yüzyılın ortalarından itibaren Türklük tasavvuru oluşmaya başladığını vurgulamakta fayda var. Avrupalıların Osmanlı için yaygın olarak kullandıkları “Türk” ve “Türkiye” kelimelerine, Osmanlı metinlerinde rastlamak zordu. Türk kelimesi Osmanlı belgelerinde kullanıldığında da “Anadolu köylüsü” ya da “Türkçe konuşan Osmanlı” anlamlarında kullanılıyordu. (Kushner, 1998: 10)
Sonuç olarak, Avrupa’da yayılan millet fikrinin, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yer alan tüm etnik ve dinsel grupların bağlarını güçlendirmek isteyen Osmanlı aydınlarını da etkilemesi kaçınılmazdı. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki modernleşme çabaları yönünde atılan adımları hayata geçiren reformcuların başlarda Türk milliyetçiliğine ilişkin bir tasavvurları yoktu. Osmanlı aydınları, modernleşme çabaları ve millet sisteminde yapılan yenilikler ile devletin dağılmasının önlenebileceğine dair inançlarını 20. yüzyılın başlarına ve Balkan Savaşları’na dek muhafaza ettiler. Balkan Savaşları’nın ardından yaşanan mağlubiyetler Osmanlının dağılma sürecinin kaçınılmazlığını ve milliyetçilik akımının getirdiği köklü değişimlerin etkilerini gösterdi.
Esasen, Osmanlıda millet örgütlenmesinde Uluslaşma sürecine en geç geçenler Müslümanlar ve özelikle de Türkler oldu. (Ortaylı ,1001) Bu nedenle, Osmanlıda Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışı aynı zamanda, “geç gelen milliyetçilikler” tanımlaması içine dâhil edilir. Diğer bir deyişle, Osmanlıda ortaya çıkan Türk milliyetçiliği imparatorluk içinde en geç doğan milliyetçilik oldu. Osmanlı imparatorluğu egemenliğinde yaşayıp ulusal bağımsızlığına kavuşmuş diğer topluluklar gibi Türkler de ulusal bir varlık kazandı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında ortaya çıkan Türk milliyetçiliği mirası da böylece yeni kurulan Türkiye devletine aktarılmış oldu. Osmanlı devleti, millet sisteminin yıkılması ve Türk milliyetçiliğinin doğuşunun hikâyesi yukarıda sıralanan gelişmelerle bu şekilde kısaca özetlenebilir.
Son olarak, yeni Türk devletinin kurulması ve kurulduktan sonraki süreçlerde tek bir milliyetçilik anlayışının bulunmadığını, aksine çeşitli ve birbirine rakip Türk milliyetçiliği projeleri bulunduğunu hatırlamakta yarar var. (Özkırımlı, 2008b:26) Sonuçta, Türkiye’nin kurulduğu ilk yıllarda rakip Türk milliyetçiliği projelerinden biri olan Kemalist milliyetçilik anlayışı diğerlerine galip geldi ve yeni Türk devletinin resmi milliyetçilik anlayışı oldu.
DERYA KAP,
Marmara Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Kaynaklar
İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğunda Millet”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C.4, s. 996-1001.
Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu’nda Azınlıklar Sorunu, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.4.
Cevdet Küçük, “Osmanlılar’da Millet Sistemi ve Tazminat”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.4.
Benjamin Braude & Bernard Lewis, “Introduction”, Christians and Jews in the Ottoman Empire , B. Braude and B. Lewis (eds), Vol. 1, New York: Holmes and Meier, 1982.
Fatma Müge Göçek, “Osmanlı Devleti’nde Türk Milliyetçiliğinin Oluşumu: Sosyolojik Bir Yaklaşım”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik, C. 4 , İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.
Aron Rodrigue, “ Difference and Tolerance in the Otoman Empire, SEHR ( Stanford Electronic Humanities Review) , V.5 , Issue 1 , 1996.
David Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Tercüme Eden: Zeki Doğan, İstanbul: Fener Yayınları, 1998.
Günay Göksu Özdoğan, “Turan’dan Bozkurt’a Tek Parti Döneminde Türkçülük ( 1931-1946), İstanbul: İletişim Yayınları, 2001.
Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları: Eleştirel Bir Bakış, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 3.Baskı, 2009
Umut Özkırımlı, “Türkiye’de Gayriresmi ve Popüler Milliyetçilik”, Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008a
Umut Özkırımlı, Miliyetçilik ve Türkiye-AB İlişkileri, İstanbul: TESEV Yayınları, 2008b.