Kafkasya coğrafyası, Kırım’ın doğusundaki Taman yarımadasından başlayıp Bakü’nün doğusunda yer alan Apşeron Burnu’na kadar uzanan Kafkas Dağlarının kuzey ve güneyindeki sahası içine alır. Doğusunda Hazar Denizi, batısında Karadeniz, güneyinde Çoruh-Arpaçay ve Aras nehirleri yer almaktadır. Bölgenin kuzey sınırları olan Don ile Volga nehirlerinin birbirine en çok yaklaştığı kısım veya çok sayıda gölü içerisinde barındıran Maniç bölgesi kabul edilmektedir.[i] Kafkas dağlarıyla doğal bir kale görünümüne sahip olan Kafkasya, çeşitli kültürlerin binlerce yıldır kesişmiş olduğu, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden birisidir. Sahip olduğu jeopolitik önemi gereği tarih boyunca pek çok devletin etki alanı içerisinde yer almıştır. İskitler ve Sarmatlardan miras kalan bu coğrafya ister istemez pek çok çatışma ve güç mücadelesine ev sahipliği yapmıştır.
Jeopolitik açıdan Kafkasya, Avrupa ile Orta Asya arasında geçiş köprüsü niteliğindedir. Bölgenin stratejik önemi tarihi yönlendirecek çok sayıda gelişmelere tanık olmuştur. Özellikle Rusya açısından Karadeniz ve Hazar Denizi’ne kıyısı olması sebebiyle stratejik açıdan oldukça önemlidir. Bu coğrafya Rusya’nın Karadeniz, Boğazlar ve Akdeniz yoluyla sıcak denizlere inmesinin ön koşuludur. Kafkasya’da Rus hakimiyetinin zedelenmesi demek hem Rusların sıcak denizlere inme politikasına hem de Orta Asya hakimiyetine önemli ölçüde zarar vermektedir.[ii] Rusya’nın bölgedeki bu tutumu Osmanlı devletinin ister istemez bir karşı reaksiyonuna sebebiyet vermektedir. İşte bu durum Rusya ile Osmanlı İmparatorluğunu defalarca karşı karşıya getirmiştir.
Osmanlı Devleti’ni Kafkasya’ya yönelten uzun vadeli siyasi hedefler şunlar:
1- Orta Asya Türkleriyle birleşebilmek için Kırım-Kuzey Kafkasya-Kazan hattında hakimiyet kurmak.
2- Hızla gelişerek güneye inmekte olan Rusların Kuzey Kafkasya’yı işgalini önlemek.
3- Rusya ile dini yakınlığı olan Gürcistan’ın Rusya ile coğrafi birleşmesini önlemek.
4- Uzak Doğu ticaretinin önemli noktaları durumundaki Karadeniz’in doğu limanlarını ele geçirmek.
Osmanlı Devleti 1774’te Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmek istediğini anlayınca Kafkasya ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu bölgedeki Osmanlı nüfuzunu kurmak için devleti temsilen Ferah Ali Paşa’yı Anapa’ya gönderdi. Ferah Ali Paşa’dan beklenen Çerkes kabileleri ile ilişki kurarak onları Osmanlı’nın etki alanına sokmak idi.[iii] Dağıstan ise öteden beri dini ve manevi bakımdan Osmanlı Devleti ile sıkı ilişkilere sahipti. Buradaki halkın büyük kısmı Sünni idi ve halifelik makamıyla kuvvetli bir bağı vardı. Rusya’nın ve Şii İran’ın tehdidi altında kaldıkları zaman Dağıstanlılar Osmanlı Devleti’nden yardım isterdi. Osmanlı Devleti’nin Batı Kafkasya’daki nüfusu daha zayıf idi. Osmanlı Devleti hiçbir zaman bu bölgeyi doğrudan doğruya hakimiyeti altına almaya çalışmadı. Kuban boylarında ve ovada oturan kabilelerle ilişki kurma ve sürdürme görevini Kırım Hanlığı’na bırakmıştı.
Ferah Ali Paşa, Çerkesler ve Abhazlar arasında Müslümanlığı yaymak ve Osmanlı Devleti’nin etki alanını genişletmekle görevli idi. Önce dinsel bağlar kurulacak, daha sonra siyasi ve askeri bağların kurulmasına çalışılacaktı. Çerkesler zaten Ruslar ile sık sık çatışma halindeydiler. Bu nedenle Çerkeslerle işbirliği pek de zor olmadı. Ferah Ali Paşa 1780’de Soğucakta görev yaptığı sırada Rus istilasından kaçarak Kafkasya’ya gelmiş olan Kırım ve Tamanlı göçmenleri burada iskan etmiştir. Böylelikle Rusların Karadeniz’e inmesinin ve Kuzey Kafkasya’da Rus ilerleyişinin Kuban Nehri’nden aşağıya inmesinin önüne geçilmek amaçlanmıştır.
Ferah Ali Paşa, Çerkeslerin Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını sağlayabilmenin bağlılık yemini ve bu hususta senet alınması neticesinde olabileceğini savunmuştur. 1783 yılında Çerkes ve Abaza kabilelerini Soğucak’a çağırarak Osmanlı Devleti’ne bağlı kalacaklarına dair teminat alınmıştır. Bu senetlerin birinde bölgedeki kabilelere Ruslara kız vermek yasaklanıyor, Ruslarla padişah dost olduğu vakit kabile halkının dost, savaş açıldığı zaman ise kabile halkının Devlet’i Aliyye’ye yardım etmesi karara bağlanıyordu. Ferah Ali Paşa’nın valiliği döneminde alınan son senet, 1785 yılına denk gelmektedir. Bu senette Abhazlar bağlılıklarını bildirmişlerdir. Sebebi ise Rusların Kuban Nehri’nin güneyine yani Osmanlı topraklarına girmesidir.[iv] Osmanlı Devleti buna karşı Çerkeslerden yararlanmayı tasarlamış ve bunun için Soğucak ve Anapa kalelerini yeniden inşa ettirmiştir.
1787 yılında Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşının başlaması sonucunda Osmanlı Devleti açısından çeşitli vesilelerle bağlılıklarını bildiren Çerkeslerin savaşta Osmanlı Devleti’nin yanında yer almalarını beklemek çok doğaldı.[v] Nitekim işgalci bir güç olarak gördükleri Rusya’ya karşı savaşı bir görev olarak görmekteydiler. Osmanlı-Rus Savaşı’nın önemli bir kısmı Kafkasya coğrafyasında meydana gelmiştir. Battal Hüseyin Paşa’nın komutasındaki savaş, Paşa’nın Ruslara teslim olmasıyla tam bir bozgunla sonuçlanmıştır.[vi] Savaş sonrasında imzalanan Yaş Antlaşması ile Anapa Kalesi Osmanlı Devleti’ne geri verilmiştir. Ruslar bu antlaşmaya bir madde koydurarak Çerkeslerin sınır ihlalinde Rus topraklarına verdikleri zararı Osmanlı Devleti tarafından tazmin edilmesini istemişlerdir.[vii]Ayrıca bu antlaşmayla Kuban Nehri eskisi gibi sınır kabul edilmiştir.
Yaş Antlaşmasından sonra Kafkasya için Ruslarla savaş bir bakıma alevlenmiştir. Çerkesler, Lezgiler, Çeçenler gibi halklar Ruslara karşı harp etmeye devam etmişlerdir. Dikkat edilirse senet alınması genellikle Çerkes, Abaza ve Nogaylar için geçerli olmuştur. Lezgiler ve Çeçenler için aynı durumu söylememiz mümkün değildir. Buradan Çerkes, Abhaza ve Nogaylar üzerindeki Osmanlı nüfusunun diğerlerine göre daha fazla olduğu sonucunu çıkartabilriz.[viii] Yapılan senetlerde üzerinde durulan husus, Rusya ile barış yapıldığı, Kuban Nehri’nin sınır olarak kabul edilmesi gerekliliğidir. Müslüman Çerkeslerin ve Abazaların büyük çoğunluğu 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra 1829 Edirne Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya’dan tamamen ayrılıncaya kadar geçen süreçte yapılan Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında yer almışlardır
Kafkasya’daki bu güç mücadelesine şu hususu da ilave etmemiz, meseleyi objektif değerlendirmemiz açısından oldukça önem arz etmektedir. Osmanlı Devleti Rusya’ya karşı gittikçe zayıfladığını ve her savaşta büyük kayıplar verdiğini ve bu durumdan kurtulmak için zaman zaman Ruslar ile iyi geçinilmesi gerektiğini de gündem dışı tutmamıştır. Genellikle Osmanlı Devlet adamları Kafkasya’da yaşayan bu halkları desteklemenin Rusya’ya savaş açma fırsatı verdiğinin bilincindeydiler. Bu nedenle Osmanlı ile Ruslar barış antlaşmaları imzaladıkları zaman Osmanlı bir dönem kenara çekilerek Ruslarla Kafkasyalıları karşı karşıya bırakmıştır. Sonuç olarak Kafkas halklarını Ruslara karşı desteklemek Osmanlı Devleti’nin çıkarına olmasına rağmen devletin içinde bulunduğu durum özellikle son zamanlarda buna elverişli olmamıştır.
Bütün savaşçılıklarına rağmen Kafkas halkının siyasi bir birlik etrafında toplanamaması Rusları Kafkasya’yı ablukaya aldıktan sonra zamana yayarak bölgeyi tedricen ele geçirme yoluna itmiştir.[ix] Projesi Prens Potyemkin tarafından hazırlanan ve Çariçe İkinci Katerina tarafından onaylanan bu abluka siyasetinin uygulanmasında Rusların ilk yaptığı şey, Kafkasya’yı nehir boylarını güzergah olarak almak suretiyle müstahkem bir hat inşa ederek kuzeyden kuşatmayı başlatmak olmuştur.[x] Kırım ve Tamam’ın işgali ve Kazak müstahkem hattının inşası bu aşamanın olgunlaşma işaretleri olarak görülebilir. Bu noktada doğal müttefik arayışları Rusların gündemine gelmiştir. Dağların güney yamaçlarında Kartvel ırkının yaşadığı Gürcistan, İmeretiya, Mingrelya ve Guria bulunmaktaydı. Halkının büyük kısmı Hristiyan olan bu bölge, son zamanlara kadar Osmanlı ve İran’ın saldırılarına maruz kalmıştır.[xi] Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası olan Hristiyanların dahi hamisi olan Rusya, Gürcistan’ın da doğal hamisi olmayı istemekte ve Kafkasya’da Hristiyan bir müttefik adayı bulmuş olmanın getireceği kolaylıkları hesap etmekteydi.[xii]
Çariçe Katerina’nın uygulamak istediği politika bir türlü Gürcistan’ın ilhakıyla sonuçlanamadı. 1773 yılında aşağı Volga’da patlak veren Pugaçev isyanı nedeniyle Ruslar bütün kuvvetlerini bu bölgeye kaydırmak zorunda kaldı ve Rusların Kafkasya üzerindeki hayallerini ertelemek zorunda bıraktı.[xiii] Küçük Kaynarca’dan sonra Osmanlılar Dağıstanlıları Gürcistan’a saldırmaları için teşvik etmeye başladı. Böylece Gürcistan hem Dağıstan, hem Abhazya’dan hem de Ahıska’dan gelen saldırıların arasında kalmıştır. Bunun sonucunda Tiflis Kralı İkinci İrakli 1783 yılında Rus himayesine girilmesi konusunda nabız yoklaması yapmıştır. Bunun sonucunda General Potyemkin ile 24 Temmuz 1783 tarihinde Georgiyevsk Antlaşması imzalandı.[xiv]
Bu antlaşma ile Ruslar, Gürcistan’ı ilhak etmiştir. Rusya bu ilhakı gerçekleştirir gerçekleştirmez bu bölgeye askeri sevkiyat yapmaya başladı. Bu askeri sevkiyatın amacının muhtemel bir İran seferinin yanı sıra Dağıstan’ı kuşatmak, ayrıca Anadolu’ya yapılacak bir harekatın üssü olarak kullanmak olduğunu anlamak çok da zor değildi. Gürcistan ise bu durumun bedeli olarak çok sayıda sefere maruz kalmış, özellikle Azeri, Lezgi ve Dağıstanlıların hedefi haline gelmekten kurtulamamıştı.
1792 yılında Yaş Antlaşması ile Rusya, Gürcistan’dan çekilmek zorunda kaldı ve bu durumun faturası Gürcistan için çok acı oldu. İran fırsattan istifade ederek 11 Eylül 1795 tarihinde Tiflis’e girdi ve şehri 16 gün boyunca yağmaladı. 1798’de İkinci İrakli’nin ölümüyle Rus baskısı iyice arttı ve 1802 yılında Rusya Gürcistan’ı tekrar ilhak etti. Böylece Rusya’nın sınırları Osmanlı İmparatorluğu ile İran’a dayandı.[xv]
Sonuç itibariyle, Kafkasya coğrafyası Osmanlı, Rusya ve İran arasında bir tampon bölge görevi görmüş ve bu dönemde bu ülkelerin ciddi anlamda güç mücadelelerine sahne olmuştur. İran, bu bölgeye yaptığı seferlerle Rusların güneye inmesini engellemeye çalışmış, ve bölgesel güç olmanın bir basamağı olarak görmüştür. Osmanlı İmparatorluğu ise bölgeye doğrudan müdahale edebilecek bir gücü kendisinde görmediğinden dolayı bu coğrafyadaki Çerkes, Azeri, Abhaz kabilelerin Müslümanlık özelliklerinden faydalanarak Kafkasya coğrafyasına nüfuz etmeye çalışmıştır. Rusya ise bu bölgeyle coğrafi bir bütünlük sağlayarak hem sıcak denizlere inmeyi hedeflermiş, hem de Orta Asya coğrafyası için kendisine avantaj edinmeye çalışmıştır.
Yazar: Çağdaş DUMAN
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü
—