Cuma, Nisan 26, 2024
spot_imgspot_img

Top 5 This Week

spot_img

Related Posts

POZİTİVİST YAKLAŞIMLAR 

POZİTİVİST YAKLAŞIMLAR 

Pozitivizmin zaman içerisinde geçirdiği gösterdiği değişimler var. Bunlara da post-pozitivist yaklaşımlar deniliyor. Sosyal bilimlerdeki temel paradigmadır. Sosyal bilim kavramı yeni bir kavramdır. 19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştır. Bilimsel metoda ihtiyaç duyulmuştur. Sosyal alandan ziyade tabiatın anlaşılması için bir ihtiyaçtı. Kainat ve tabiat hakkında, yazının icadından beri insanlar bir şeyler düşünürler. Takvim, mevsimler ve hava olayları gibi incelemeler ve hesaplamalar yapıldı. Roma döneminde kainat etrafında modellemeler olmuş ve insanların merakını gidermesini sağlamıştır. İslam dünyasında çok hızlı bir ilerleme oldu. İslami eserler incelendi, Avrupa tarafından tercüme ile ele alındı, kurumsal yerlerde işlenmeye başladı. Kilisenin elinde olduğundan bilim yavaş ilerliyordu. Skolastik düşünce hakimdi ve yorumlanabilir metotlar geliştirildi ve bir bilgi birikimi oluşturuldu. 14. asrın ortalarından itibaren teknolojik gelişmeler olmuştur. Ancak bunların hiçbiri bilimden gelişmemiştir. Deneme ve yanılma yoluyla keşifler yapmışlardır. 15. asrın sonlarında Amerika keşfedilmiştir. Bu dönemlerde entelektüel krizler doğmuştur. Yeni bulgular daha önceden kitapta yazılmıştır ancak sonrakiler ile uyumlu değildi. Dünyanın yuvarlaklığı dahi yeni ve kesin olarak ispat edilmiştir. Optik teknoloji ile gök cisimleri daha iyi gözlemlenmiş ve çizilmiş, önceden çizilen resimlere uymamaya başlanmıştır. Uyumsuzluklar arttıkça modelin kurulması zorlaşıyordu. 16. yüzyıldan itibaren bildiklerimiz ne kadar doğru düşüncesi ortaya çıkmıştır. Ve iki ana epistemolojik yol önermişlerdir. Bunlardan biri ”Empirizm”dir.  Aristo’dan itibaren bilinen bir yoldur. Gözlemler ile tümevarımdan genellemelere varma yöntemidir. Duyusal tecrübelerle bilgiyi üretmek amaçlanmıştır. Ve yeni bir bilgi birikimi oluşturmak hedeflenmiştir. Aynı dönemlerde Decart’ın başını çektiği bir diğer görüş ise ”Rasyonalizm”dir. Saf mantığa dayalı bilginin daha geçerli ve güvenilir olduğuna inanır. Duyularla yanıltabilir. Her şeye güvenemeyebiliriz. Gözlemlerin de arkasında akıl vardır. Akıl bizi yönlendirir. Bilimsel metotta bu ikisi beraber kullanılır. Hangisini daha önce kullanacağımız konusunda tartışma vardır. Saf mantık ile, bir bulgu var ise elde ettiğimiz bulguyu ona göre çıkarım yapabilir ve doğru diyebiliriz düşüncesi savunulur. Decart önce bildiklerimizi unutalım demektedir. Ön yargısız bir şekilde sıfırdan bir literatür kurulması ve emin olmadıkça bir sonraki adıma geçilmemelidir demektedir. Her alanda yeniden bir literatür kurulmaya başlanması gerektiğini söylemektedir. Bilimde empirizm rolü çok önemli. Pozitivizmde empirizm daha ağır basıyor. Ve Post pozitivizmde tekrardan bir denge kuruluyor. 18. yüzyılda düşünürlerle beraber daha da güçleniyor. David Hume güçlü bir temsilcisi ve gözlemin önemini savunuyor. Bilginin en temel kriter olması gerektiğini savunuyor. Elimizde bir bilgi varsa herhangi bir ölçüm içeriyor mu ona bakmak, içermiyorsa çöpe atabiliriz diyor. 17. yüzyılda fizikte, 18. yüzyılda kimya ve biyolojide yepyeni bir literatür kuruluyor. Newton yerçekimi, termonun yasaları gibi buluşlar buna örnektir. Bütün kainattaki maddeler 4 ana elementin bileşikleriydi: Ateş, su, hayat ve toprak. Ama 18. yüzyılda yine gözlemler yoluyla tespit ediliyor ki hava ve su dediğimiz şey bileşiktir. Buna göre madde kavramları yeniden tanımlanmaktadır. Ateşin madde sınıflandırmasına girmediği de görülüyor. Periyodik tablo oluşturuluyor. Canlılar yeniden sınıflandırılıyor. 18. yüzyılda müthiş bir bilgi çeşitlenmesi ve alanların birbirinden ayrılması başlıyor. Bilimsel gelişmeler teknolojik gelişmelere de zemin hazırlamıştır. 19. yüzyılda olumlu veya olumsuz bütün dünyayı etkilemiştir. Silah ticareti ilerlerken sömürge artmıştır. Bilim ilerlemeyi getirir düşüncesi de artmıştır. Ama sosyal hayatta iş biraz farklıydı. Fransız İhtilalinden sonra Avrupa’da kargaşa sürekli devam etti. Amerika’da devrim ile 18. yüzyılın sonlarında modern dönemde ilk cumhuriyeti kurdular. Bundan sonra ne tür rejimler kurulacağı konusunda belirsizlikler oluştu. İnsanlığın gelecekte nasıl daha mutlu yaşayacağına dair düşünürler ve fikirler geliştirdiler. Ama bunların hiçbiri bilimsel metodu kullanmıyordu. Hepsi sadece felsefi zeminde konuşuyorlardı. Thomas Hobbes, John Locke, Russolini, Kant, August Comte gibi düşünürler felsefi, tarihi ve hukuki zeminde tartıştılar. Comte, insan doğası, toplumsal sözleşme, daha iyi sözleşme nasıl ileriye götürülebilir, Kant’ın evrensel barış argümanı, liberal değerler, insan haklarını savunan düşünceler ve faydacıların gözlemleri  sonucunda bir genellemeye varmıyorlar. Bunlar yorumlar sonucunda oluşmuştur ancak objektif sonuçlar değil kişisel yorumlardır. Comte ise bu tür yorumlar ile nereye gideceğimiz belli değil, yorumların isabetini ölçemiyoruz demektedir. Fransız İhtilalinden sonra anayasa olsun, sınıf çatışmasını ortadan kaldıralım diyenler, eski sistem kalsın yeni sistem kurmak zor, kralın yetkileri olmalı veya daha adil  olmalı diyen muhafazakarlar ve eşit siyaseti savunan radikal görüşler ortaya çıkmıştı. Hepsinin dayandığı bir felsefi görüş var. Hiçbiri birbirini yalanlamıyor.  Comte, eğer biz toplum hayatını da bilimsel metod ile çalışırsak, objektif verilerimizi de bir genellemelere vardırırsak, toplumsal ve siyasi sistemleri de buna dayandırabiliriz ve en ileri düzenleri kurabiliriz, fen ve teknoloji bilimlerini de toplum alanında görmüş oluruz diyor. (Müspet İlim)

AUGUST COMTE:

Fransız Devriminin yarattığı siyasal ve toplumsal karışıklık ortamında hayatını geçirmiştir. Bu ortam düşüncelerini etkilemiştir. Felsefenin saf bilimsel temeller üzerine inşa edilebileceğini düşünmüştür. Fen bilimlerinin yöntemlerini kullanarak toplumsal sorunlara bu yöntemlerin uygulanabileceğini söylüyordu. Toplumdaki karşılıkların bu yöntemlerle çözülebileceğini savunuyordu. 1830-1854 yılları arasında yayınladığı kitaplarda, bilimsel verileri incelemiş, pozitivist ilkeler ile yeni toplumun inşasını ve teknoloji konusunda çalışmalarını anlatmıştır. Siyasal ve toplumsal kargaşalardan kaçınma fikri Comte’u etkilemiştir. Kargaşayı tamamen ortadan kaldırdığını iddia etmiştir. Buna inanmıştır ve Newton’un fizik yasaları gibi, bu düşüncesinin bilimsel bir yasa olduğunu vurgulamıştır. Bilim ve pozitivizmi benzer şeyler olarak görür.  Bütün olguları doğa yasalarına bağlı olarak görmekte ve biz o yasaları ortaya çıkarmamız gerekmektedir der. Bu yasalar beşeri toplumsal olgular içinde geçerlidir. Bu olguların hepsi bir bütündür. Pozitivizm metodunu oluşturan yasalara ”3 Hal Yasası” denir. Bilimler hiyerarşisinden söz etmektedir. Tarihsel evrimin doğal sonucu olarak görmektedir. Bu yasa, insan hayatının başlamasından beri vardır ancak Comte bunu bulmamış sadece keşfetmiştir. Teolojik, metafizik ve pozitivist evreler vardır Comte göre. Teolojik: Bütün olguların doğrudan doğaüstü varlıkların eylemleri ile üretildiğini düşünüyordu. Metafizik: Bütün olguları üretebilen soyut varlıkları incelemiştir. Pozitivist: Olguların nedenlerini ve yasalarını değişmez ardışık ve benzerlik üzerine incelemiştir. Bütün olguların kaynağında doğaüstü bir iradenin kaynağı ile üretildiğini düşünmüştür. Bilimler hiyerarşisi teorisini ortaya koymaktadır. O, sosyal fizik dese de şu an biz bu bilime sosyoloji demekteyiz. Bireylere indirgemeyen toplumsal bütünü araştıran bir modeldir. Toplum, salt insanlar toplumu değildir. Comte, toplumu anlamak için kültürel evreye de bakmak gerektiğini düşünür. Yeni toplum anlayışından söz etmektedir. Toplum düzensizliğini kötülüklerin en büyüğü olarak görmekte, ve toplum içerisinde hiyerarşik düzen olması gerektiğini söylemektedir. Toplumsal düzen toplumsal farklılaşma üzerine kurulacaktır. Merkeziyetçi bir duruşu vardır. Bireysel çıkarlar bunda gözardı edilecektir. Toplum anlayışında yine devlet devam etmektedir. Devletin yapısına karışmamakta ve  devletin görevlerini ve güçlerini geliştirmektedir. Düzenin sağlanması için devleti otoriter ve totaliter bir hale getirmektedir. Özel hakların toplum yararına bastırılabileceğini dahi söylemiştir. Katı bir tabakalaşmış toplumda huzurun sağlanacağını ve kargaşanın olmayacağını savunur. Barışçıl bir toplum için düzen budur. Yukarıdan bir dayatma veya aşağıdan bir baskıyla da olsa bu olması gereken bir şeydir. Bu olgu bireylerin eylemlerine bağlı değildir. Teknokratlar yönetiminden söz etmektedir. Comte’un kendisi bir ateisttir. Ancak yeni toplumda yeni bir dinin oluşumundan bahseder. Dinin sosyal kontrol aracı olarak kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Fransa’da değil İngiltere’de bu pozitivizm görülmüştür. Saint Simon yazıları çevrilmiş ve bilimsel araştırmalar üzerine yazılar yazılmıştır. Comte disiplini kuran bir kişi olarak değerlendirilmez adını disiplinin adını koyan kişi olarak değerlendirilir. 

Comte’un ilk yapmak istediği şey, bilimi toplum hayatına uyarlamaktır. Fransız İhtilali’nden sonra hala kargaşalar devam ediyor. Biz toplumu da  aynen bilim gibi çalışırsak gözleme ve doğa kanunlar gibi toplumsal kanunları keşfederek, bundan sonra o kanunlara uygun şekilde kurabiliriz diyor. Bunları 6 ciltlik pozitivist kitabından anlatıyor. Toplum nasıl bir metotla çalışılmalı ve bilimsel metottan bahsetmektedir. Objektif olacaktır, tamamen veriye dayanacak ve  metafizikten(yorumdan) uzak duracaktır. Bir bilim adamı nasıl tabiat kanunları arıyorsa, bir sosyolog da toplum kanunlarını arayacak demektedir. Bu tartışmadan sonra 4 ciltlik başka bir kitabı vardır; pozitif yönetim hakkında. Bundan sonraki yeni düzen nasıl olmalı? Burada  bilimin dışına çıksa da bakış açısını görmek için anlamak lazım. Çünkü pozitivizm amacı öncelikle düzeni sağlamaktır. Düzeni sağladıktan sonra da ilerisi için toplumu yönlendirmektir. Sosyologlar kendilerine pozitivist denmesinden hoşlanmıyorlardı. Pozitivizm içerisinde her zaman örtük de olsa yaşamaya devam etmiştir. Geleceğe yönelik tahminler kanunlar yoluyla devam etmiştir. Kendisinin keşfettiği bazı kanunlar üzerinden, çıkarımlarda bulunmaktadır. Bilimler arasında hiyerarşi varsa toplumlar arasında da bir hiyerarşi olmalıdır demektedir. Yeni bir toplum ütopyası kurmaya çalışmıştır. Düzen için bilime başvurulmaktadır. Comte’un yaşadığı dönem kargaşa dönemidir. Bunu da bilim ışığında yapabileceğinden bahsetmiştir. Topluma ayarlamak ve toplum bilimi anlayışı geliştirmek istemiştir. Toplumsal düzen üzerinden normatif çalışmalar yapmıştır. Metodolojik olarak ileri götürülmek zorundaydı.  Uygulamasının nasıl olduğunu da Durkheim ortaya koymuştur.

EMILE DURKHEIM

Fransız sosyologtur. Skandalların ve kargaşanın olduğu dönemde yaşamıştır. Durkheim, “Sosyolojik Yöntemin Kuralları” adlı eserinde çeşitli sosyal meseleleri açıklamış, sosyal bir olayın sebebinin yine daha önceden meydana gelen bir sosyal olay olduğunu savunmuştur. Bu düşüncesini eserde şu sözleri ile ifade etmiştir: “Sosyal olgular fertten evvel mevcut olup ferdin dışında devam eder. Fertlerin hareket ve aksiyonları üzerinde emir ve yasaklarıyla bir baskı yaparlar. Bu itibarla bunlar ferdî olarak fertler arasında meydana gelmezler ve fertler onlara uymak zorundadır. Biz yine ancak bir sosyal kurum olan eğitim sayesinde bunlara uyarız.” demiştir. Durkheim ‘’Naturalisttir’’. Naturalizm: Tabiatı nasıl çalışıyorsak toplumu da o şekilde çalışabiliriz düşüncesidir. İnsan da tabiatın bir parçası ise eğer fen bilimlerinde tabiatı kullanıyorsak, toplumda da tabiatı kullanabiliriz düşüncesi doğmuştur. Newton bulduğu kanunlar ile hem dünyayı  hem de gök cisimlerini açıklayabilmektedir. Tabiatta bulduğumuz bazı kanunlar toplumda da kendini gösteriyor olabilir. Deney yapamıyorsak deneye yakın yöntemler geliştireceğiz. İki vaka üzerinden benzer durumların niçin ortaya çıktığını bulabiliriz demektedir. Metafizikten, diğer düşüncelerden ve yorumlardan sosyolojiyi ayırır. Sosyolojinin metafizik sorunlar ile aynı olmadığını savunur. Sosyologlara yönetici bir rol biçer. Disiplinin hangi alanda tanımlandığı alanına girer. Toplum nedir sorusuna cevabı toplumsal olgulardır. Toplumsal olgular, hem paylaşılabilmekte hem de bireylere dayattırılmaktadır. Ona göre, sosyal olgular (norm), toplumsal zihinsel tasarımların dış kabuğudur. Olgu dışardan gözlemlenebilir olandır. Toplumsal olguların nesneler olarak ele alınması, onun pozitivist yönteminin temelidir. Ancak Durkheim ısrar ile bu nesnelerin maddi olmadığını ancak maddi nesneler gibi ele alınması gereğini vurgular. 

 

Önce Durkheim literatürü tanımaktadır. Literatürde ‘’intiharın’’ nasıl açıklandığına bakmıştır. İntihar kavramı bireysel bir eylem olsa bile, toplum içerisinde o bireylerin uyguladığı bir eylemdir.  Biz birey olarak birçok eylemimizi, farkında olmadan toplumsal baskı içerisinde toplumun bize yaptığı yönlendirmeler neticesinde yapıyoruz. Eğer intihar gibi aşırı bireysel konularda, toplumun ne kadar önemli olduğunu gösterilirse diğer konularında toplum için o kadar önemli olduğunu göstermiş oluruz demiştir. Buradaki amaç toplumu kurarken toplumsal vakaları, toplum içerisinde ve bireylerin gerçekleştirdiği vakaları toplumsal sebeplerle açıklamaktır. Ve intihar ile ilgili bulduğu 4 literatürün hiçbiri toplumsal vakaları açıklamıyor.  Önce literatür taramasından alternatif açıklamaların neden yetersiz kaldığını veya uygun olmadığını açıklıyor. Toplumla ilgili herhangi bir şey çalışırken biz bunları aynı bir metal ve fizik gibi ele almalıyız. Tabiatı çalışırken toplumu farklı bir olgu olarak düşünmemek gerekir. Toplum da bir şeydir. Toplumsal olgularda bir şey, vaka veya olgudur. Soyut ve ölçülemez gibi düşünülmemesi gerekmektedir. Tespit edilebilecek ve çalışılabilecek kavramlar olarak görür. Toplumu toplumla açıklamak gerekir. Toplumsal şeyleri diğer toplumsal olgular ile açıklamak gerekir. Bugün intiharların sebebi psikolojik yönden de açıklanabilir. Ama Durkheim temelde yatan bazı toplumsal faktörlerinde olabileceğini ve eğer onlar görülebilirse o temel şeyi görebiliriz diye düşünmüştür. Bireyleri tek tek düzeltmektense toplumu düzeltiri ve böylece sorunlara da çare bulabiliriz demektedir. Burada uzun vadeli bir çare aranmaktadır. Durkheim intiharla ilgili daha önceki çalışmaları çürütmüştür. Önce intihar istatistiklerini bulmaya çalışmıştır. Topluma bir organizma gibi bakıyor. İntiharların sebeplerine bakarken intihar türlerine de bakmaya çalışır. Bu istatistiklere göre Durkheim, erkeklerde kadınlara göre daha fazla, bekarlarda evlilere göre daha fazla, çocuksuz kişilerde çocuklulara göre daha fazla, Protestanlarda Hristiyanlara göre daha fazla, askerlerde sivillere nazaran daha fazla ve barıştaki intiharın savaştakinden daha fazla olduğunu bulmuştur. Bunların hepsi gözlemlenmiş, ölçülmüş ampirik bilgilerdir ve yorum işin içine girmemektedir. Hem istatistik kullanıyor hem mukayeseli metodu kullanıyor. Deney yapamıyorsak karşılaştırma yapacağız. Toplumlar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların bulunması için daha derine inmek gerekiyor burada pozitivizmden çıkıp realizm alanına girmektedir. Esas intiharı belirleyen şeyin toplumun birbirine bağlılığı olarak görmüştür. İki ana değişken belirlemiştir. Birincisi, toplumsal normların baskınlığı her toplumda normların baskınlığının az olması da çok olması da belli türden intiharlara yol açar. İkincisi ise ,bireyin topluluğa bağlılığıdır. Toplumsal bütünlük ve bağların alt bileşenleridir. Durkheim, bir tanesi çok olduğunda da intiharlar çok olur, az olduğu zamanda intiharlar çok olur düşüncesini ortaya atmıştır. İntiharlara çeşitli adlar vermiştir. Bencil intihara göre; bireyin topluma yeterince bağlı olmadığı yerlerde sıkça karşılaşılmaktadır. Protestanların neden daha çok intihar ettiklerini, bekarların yine aynı şekilde neden daha fazla intihar ettiklerini açıklayabiliriz demektedir. Bireyin topluma aşırı bağlı olduğu durumlarda, özgeci intiharlar oluşmuştur. Birey toplumun içerisinde o kadar yok olmuştur ki, en ufak bir hatasında topluma karşı yapılmış en büyük hata olarak görür ki intihara yönelir. Toplumsal normların baskınlığı çok az ise bunlarda intihara yol açar ki bunlar da anomik intiharlardır. Bireyler kargaşa içindedir, ekonomik krizlerde veya patlamalarda toplum normları sarsıldığında bu tür intiharlarla karşılaşıldığını söylemektedir. Normların çok etkin olduğu toplumlarda da intiharlar görülebilmektedir buna ise kaderci intiharlar demektedir. Hapishanelerdeki intiharların bunun içinde olabileceğini savunmaktadır. Ampirik bulgulardan soyutlamalara girmiştir. Ancak objektif bilimde şu sorgulanmaktadır: ”Durkheim’den sonra gelen düşünürler bu tablonun ve verilerin aynısına yine ampirik yollar ile ulaşabilirler mi?” sorunudur. Pozitivizmle bu düşüncelerin hala örtüşmesinin sebebi ampirik bilgileri temel almasıdır. Realistler biraz yoruma yönelmektedir. Pozitivizmde tümevarımın ve sağlam verilerin mutlaka olması gerekir. Durkheim’e göre sosyal bilimcilerin işi sadece tekerrürleri bulmak değildir aynı zamanda işi daha ileriye götürmektir. İşi soyut verilere dayandırmak ve nedenlerini açıklamaktır. Yer Çekimi kanununu bizler şu zamanda tekrar tespit etmiyoruz ancak cisimlere bakarak bir neden söyleyebiliyoruz. Realistler bu tür gözlemlenemeyen açıklamaları varsayarlar. Durkheim genel olarak toplumdaki bazı karışıklıkları temel düzene oluşturmak ister. Buradaki düşünürlerin bu işi yapmalarının temel sebebi, sorunların çözümüdür. 

SONUÇ:

Bilimsellik çok önemlidir. Bilimsellik içerisine; somut veriye dayanma, sistematik bir faaliyet ile o bilgiyi toplama ve işleme, gözlemlenebilir olması, test edilebilir, objektif ve genellenebilir olması girmektedir. Her felsefi yorum kendisini haklı çıkarmaya çalışır. Ancak bu yorumların sağlaması yapılmaz. Maddeler hakkında kesin doğrular bulduysak, aynı doğruların toplum içinde bulunabileceğini söylerler. Ama bunun zor olduğunu da biliyorlar. İnsan davranışları her zaman düzenlilik içermez. Comte, en zor bilim sosyolojidir demektedir. Sosyal fizik demiştir daha sonra sosyoloji demiş ancak yine aynı anlamda kullanmıştır. Bilimlerin hiyerarşisini yaptığımızda en tepede sosyoloji olacaktır. Hepsinden beslenecek ve en zor işi o yapacaktır. Sosyolojiyi bilimlerin kraliçesi olarak görmektedir. Durkheim’in intihar kavramını ele aldığımızda, intiharların kategorize edilebileceğini ve bazı ana yollarla fakat aynı sebeplerle cereyan ettiklerini tespit edebilir ve genelleme yapabiliriz düşüncesi vardır. Bütün bilimler bu genellemeyi yapabilmek ister. Teorik sağlamlığına bakmamak gerekir. Şu an şu dönemde intihar kavramı daha sağlam verilerle açıklanıyor olabilir. Pozitivist yaklaşımlarda ana bakış açılarını görmekteyiz. Öncelikle hepsinin dertleri kanunlar bulmak ve genellemeler yapmaktır. Pozitivizm görüneni ölçer sayar ve bunların arasından tekerrürlere bakar. Realistler bu tekerrürlerin altında yatan görünmeyen mekanizmaları tespit etmeye çalışırlar. Görünenlere bakarlar onun dışında başka yollarla farklılıkların sebeplerini açıklamaya çalışır.  Görünenden alt mekanizmaya yani suyun altında kalan kısmına bakarlar. Baştaki amaç kanunlar bulmak iken, bunu daha ileriye götürdüğümüzde post-pozitivizme göre daha olasılıklı kanunlar bulmanın gerekli olduğu düşüncesi ortaya çıkmaktadır. Hala genelleme anlayışı devam etmektedir. Pozitivizm anlayışı hala kullanılmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısı, Avrupa’da ciddi krizlerin ve dönüşümlerin olduğu dönemdir. Hem siyasi hem toplumsal sorunlar vardır. Gelecek konusunda duyulan endişe nedeniyle, toplumu ilerletmek ancak doğru yoldan ilerletmek düşüncesi doğmuştur. Düşünürler genel olarak neyin neye yol açtığını ve neden ortaya çıktığını araştırmışlardır. Comte toplumsal hiyerarşinin en başına eğer bir sosyal bilimci konulursa toplum çok daha ileriye gider ve doğru yönde ilerler demiştir. O bir ütopya kurmuş ve toplumda kast sistemini savunmuştur. Durkheim ise adım adım konu bazlı düzeltmeler, iyileştirmeler ve sorun çözüm yoluna gitmiştir. Onda, intiharları tanıyalım, toplumun arasındaki ilişkilerde neden engellemeler var bunu öğrenelim ve bunları yok edelim ve dengede tutalım düşüncesi vardır. Comte’un sosyal patoloji nosyonu Durkheim’de de devam eder. Durkheim sosyolojik teknik karşılaştırmalı deneyini, normal ile hastalıklı olanın ayrılmasında kullanmak üzere geliştirir. Bu teknik ile toplumun bir aşamasında bu aşamaya uygun olmayan unsur, normal aşama ile karşılaştırılarak elde edilebilir. Hiçbirinin amacında dini kaldırmak yoktur, toplumu daha iyi nasıl düzene nasıl oturturuz düşüncesi vardır. 

 

KAYNAKÇA:

 

Patrick Baert, ‘’Sosyal Bilimler Felsefesi: Bölüm 1’’ s.9-56

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popular Articles