Alevi inançları içinde, kendine özgü yapısı ile farklı bir yere sahip olan Nusayrilik – halk arasında Arap Aleviliği – tanımlaması güç bir kavramdır. Bunun nedeni ise Nusayrilik hakkında kısıtlı bilgilere sahip olduğumuz gerçeğidir. Dini ritüellerini ve adetlerini gizlilik içinde gerçekleştirmeleri hem bilgi edinmememize hem de birçok mezhep tarafından yok sayılmasına neden olmuştur. .
Öncelikle ele almamız gereken konu ‘’Nusayri’’ kavramının etimolojisidir. Şam’ın kuzeyinde yaşayan Arap topluluğuna verilen bu isim erken dönem Şii yazarlarca, 11. İmam Hasan el-Askeri ölümünün ardından, ondan devraldığı inanç ve öğretileri çevresine aktaran Muhammed bin Nusayr’a atfen onu ve takipçilerini aşağılamak üzere kullanılmaya başlanmıştır.(Mertcan.2013) Ehl-i Beyt sevgi ve saygısına dayanan bir inanç sistemi olan Nusayrilik, bazı bilim insanları tarafından, bu sözcüğün Hristiyanlıkla eş anlamda kullanılan Nasrani kelimesinden ( Hz. İsa’nın doğduğu kent Nazareth) veya Suriye çevresinde yaşayan Nazereni adlı bir topluluktan aldığını ileri sürmektedir.
Tarih boyunca heterodoks (sapkın) topluluklara yapılan şiddet ve katliamlara , Nusayriler de maruz kalmıştır. Bu yüzden de Suriye’nin Lazkiye bölgesine , Nusayri dağları denen kısma göç etmişlerdir. Nusayri Alevilerin etnik yapılarını Araplar, Türkler, Türkmenler ve Farslar oluşturur. Sırasıyla Abbasiler, Franklar, Memlukler ve Osmanlı egemenliğinde yaşayan topluluk, dört yüzyıl Osmanlı egemenliğinde yaşamış ve yaşadıklarını sürece İslam içinde sapkın olarak muamele görmüşlerdir. En büyük katliam ise 1516 (Halep Katliamı) yılında yapılan Mercidabık’tır. Nusayriler, Yavuz Sultan Selim’i bir alevi düşmanı olarak görmektedir. II. Abdülhamid döneminde (1842-1918) asimilasyon politikası izlenmiş ve Alevileri Sünnileştirmek bir devlet politikası haline gelmiştir. Alevilerin yaşadığı bölgelere birçok mescit ve okul yaptırılmıştır. Aleviler bir süre sonra Sünniliği benimsediklerini ilan etmişlerdir. Bu onların rahat nefes almasını sağlayacak tek çıkış yoluydu. I.Dünya Savaşı ertesinde Arap Alevlerin yaşadığı bölge Fransızlar tarafından işgal edilmişti.
1920’de ‘État des Alaouites (State of Alawites)’ adı altında idarî bir birim kurmuşlardır. Bu idarî birim 1922’de ‘Alevîler Devleti’ adını almıştır.1936’da burası Suriye Devletinin bir vilâyeti kabul edilmiş, 1939’da Fransa Lazkiye bölgesine müstakil bir statü vermiş, 1942 yılında da Lazkiye idaresi Suriye’ye katılmıştır. (Üzüm, 2007: 271-272)
Fransız işgali döneminde milli mücadeleye katılmışlar, Çukurova bölgesinin kurtuluşunda ve 1939 Hatay’ın Türkiye’ye katılmasında büyük rol oynamışlardır. Fakat bu halk, her zaman varlıklarını sessizlik içerisinde sürdürmüştür. Her zorluğun üstesinden gelerek, farklı isimlerle adlandırılmış olsalar da (Nuseyri, Ansari, Alevi, Alawi) kültürel zenginliklerini ve değerlerini koruyarak günümüze ulaşmışlardır. Bugün Türkiye’nin Çukurova bölgesinde özellikle Hatay ve Mersin’de ve Suriye’de yaşamlarını sürdürmektedirler.
Konuştukları dil ise şu şekildedir: Suriye’deki Aleviler, Suriye/Lübnan Arapça şivesinde konuşurlar. Anadolu’daki Nusayriler, hem Arapça hem de Türkçe konuşmaktadırlar. 1939’da Hatay’ın Türkiye topraklarına katılmasından sonra yazım ve konuşma dilleri Türkçe oldu; ama Arapça da okunup yazılmaktadır. Genç neslin ana dilin önemini kaybettiği görülmektedir fakat verilen geleneksel eğitim bu bilinci gelecek nesillere aktarmayı amaçlamaktadır.(Gülçiçek,2005)
Dini ritüellerini alenileştirmekten kaçınan Arap Aleviler hakkında elimizde çok fazla bilgi olmaması bir prensip haline getirdiği gizlilik anlayışına bağlıdır. Alevilikteki en önemli töre ; ‘’Eline, beline, diline sahip olmaktır.’’ Eğitim, bilim, ahlaki değerler, sıdk ve vefaya (kalp ve ruh temizliğine) büyük önem vermektedirler. Bütün kutsal kitaplara inanan ve bütün peygamberleri kabul eden Nusayriler birçok günü bayram olarak kutlamaktadır.(Hz. İsa’nın doğumu, Hz. Musa’nın Hızır ile buluşması gibi.) Kutlanılan bayramlar, Arap Alevi inancına göre ibadetlerin en iyi ve en güzel şekilde yerine getirildiği ve dayanışmanın en üst seviyeye ulaştığı zamanlardır. Birçok karşıt görüşe rağmen, İslam mezheplerinin ortaya çıktığı dönemde doğan Nusayrilik, Müslüman bir topluluk olarak net bir tavır sergilemektedir.
Nusayrîler arasında çok yerleşik bir ibadet biçimi daha vardır ki, o da ‘ziyaretler’dir. Vefat etmiş bir büyüğün, şeyhin kabri yahut rüyada uğradığına inanılan kutsal bir şahsın uğrak yeri beyaza boyanır, çok defa üstüne basit bir kubbe yapılır. Nusayrîlerin yerleşmiş olduğu bölgelerde çok sayıda türbeye rastlanmaktadır. Sadece Hatay’da 283 türbe ve küçük bir yerleşim merkezi olan Samandağ’da ise başta Hızır Türbesi olmak üzere yirmiye yakın ziyaret yeri bulunmaktadır. Özel olarak okunması gereken duaların bulunmadığı ziyaretlerde, genellikle buhur yakılıp buhur duası okunur, Fatiha süresi ve diğer bazı sürelerle birlikte akla gelen dualar okunur ve dileklerde bulunulur ve adaklar kesilir.(Palabıyık,2010)
İnsana ve insanlığa büyük değer veren Nusayri Alevilikte, Hz. Ali’nin de ifade ettiği gibi : ’’insan sadece küçücük bir bedenden oluşmuyor; koskoca bir evren insanda gizlidir. İnsan açıklayıcı bir kitap gibidir; harfler, içteki sırları açığa vuran vasıtalardır. Hayatta affedilemeyecek en büyük günah, insanın insana eziyyetidir.’’ (Gülçiçek)
KAYNAKÇA
Arayacan,Ayşe A. 2010. ‘’Suriye Bölgesindeki İki İnanç Hareketi : İsmailileri ve Nusayrilik.’’Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi,sayı:(54)
Dalkıran,Sayın.2003,’’Tarih-i Cevdet’te İslam Mezhepleri II : Dürzilik ve Nusayrilik.’’ Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,sayı:(21), s:201-217
Gülçiçek,Ali D.2005.’’Nusayri Aleviler.’’ Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi,sayı:(34)
Mertcan,Hakan.2013.’’Türk Dış Politikası : Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,Belgeler , Yorumlar.’’Nusayriler(Arap Aleviler),Baskın Oran(ed.).İstanbul:İletişim Yayınları
Palabıyık,Hanefi M.2010.’’Dini İnançları ve Özellikleri Bakımından Nusayrilik.’’ Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi,sayı:(54)
Üzüm, İlyas, (2000). “Türkiye’de Alevî/Nusayrî Önderlerinin Eserlerinde İnanç Konularına Yaklaşım”, İslam Araştırmaları Dergisi, İstanbul: İSAM Yay., yıl: 2000, sayı: 4, s. 173-187