Bir bilim dalı olarak Siyaset Bilimi’nin en önemli alt disiplinlerinden biri olan Uluslararası İlişkiler literatürde disiplinler arası bir disiplin olarak geçer. Böyle denilmesinin sebebiyse birçok bilim dalından ve bu bilim dallarının alt disiplinlerinden aktif olarak faydalanmasıdır. Bunlara örnek verecek olursak; ’Tarih, politik ekonomi, iktisat, coğrafya, sosyoloji, psikoloji, uluslararası hukuk ve siyaset felsefesi bunların en önemlileridir. Biz bu yazıda Uluslararası İlişkiler ve Tarih’in ilişkisi üzerinde duracağız.
Tarih Bilimi; İnsanlık yazmaya, çizmeye dolayısıyla kaydetmeye başladığından beri var olmuştur. Uluslararası İlişkiler ’in başlangıcı ise 1648 Westphalia Antlaşması olarak kabul edilir. Bu açıdan bakıldığında Tarih’in Uluslararası İlişkiler ’den daha kadim olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak günümüzde Uluslararası İlişkiler ‘in önemi gitgide artmakta ve iş alanları da her geçen gün büyümektedir. Her ne kadar ülkemizde değeri bilinmese de 20. Yy. itibariyle, teknolojinin gelişmesi ve bununla beraber iletişimin saniyelere indirgenmesi, devletler ve uluslararası şirketlerin arasındaki görüşmeler, müzakereler ve ilişkilerin daha yoğun ve aktif olarak yaşanması Uluslararası İlişkiler alanında yetişmiş insanlara gereksinim duyulmasını sağlamıştır.
Özellikle Uluslararası İlişkiler disiplininin gereksinimlerini düşündüğümüzde, üniversitelerde bu bölümü okuyan ve kendilerini bu alanda geliştiren kişilerin kendilerini mutlak suretle geliştirmesi gereken bazı yönler vardır. Ekonomi, hukuk ve başta yakın tarih olmak üzere tarih alanında donanım sahibi olmaları gerekir.
ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE TARİH’İN İLİŞKİSİ NEDİR?
Uluslararası İlişkiler ‘in çalışma alanı, uluslararası aktörler ve bu aktörlerin en temeli kabul edilen devletlerdir. Eğer konu devlet veya devletlerin incelenmesi ise akla ilk gelecek terimlerden biri de şüphesiz tarihtir. Çünkü Devletlerin başka devletlere veya oluşumlara veya fikir akımlarına karşı aldıkları pozisyon ve tavırların belirleyici bir faktörü de tarihtir. Toplumlar ve bu toplumların yönetici kadroları her daim karşılarına çıkan sorunlara karşı geçmişlerine bakarlar ve aynı hataya veya yeni bir hataya düşmemek için ders almaya çalışırlar. Böyle bir ortamda tabii ki uluslararası ilişkilerin yolu sık sık tarihle kesişir.
Örneğin, geçtiğimiz aylarda patlak veren Katalonya – İspanya krizinde Uluslararası İlişkiler uzmanları kendilerini bir anda ‘’1793 – Fransa’nın Katalonya’ya bağımsızlık sözü vermesi’’ ve o günden bu yana süre gelen Katalonya’nın bağımsızlık mücadelesinin tarihçesinde bulmuşlardır.
Veyahut 18 Aralık 2010 günü Tunus’ta başlayan ‘’Arap Baharı’’ olayı teorisyenleri ve uzmanları tekrar yakın tarihe yani 20. Yy’dan itibaren Kuzey Afrika ve Arap Yarım Adası’nda devam eden monarşik yönetimlerin tarihçesine yöneltmiştir.
Bu gibi örneklerin sayısı daha da arttırılabilir. Ancak anlatmak istediğim şu ki, Özellikle Uluslararası İlişkiler okuyan öğrencilerin, tarihle alakasının olmaması veya belli başlı tarihi olayları bilmemesi kabul edilebilir değildir. Günümüzün olaylarını yorumlayan ve geleceğin muhtemel yaşanabilir olaylarını tahmin eden bir alan için tarihten yani geçmişten faydalanmak elzemdir. Toplumların, devletlerin ve aktörlerin manevralarını tahmin etmek ve yorumlamak için gerekli olan en önemli kaynak tarihtir.
MUSTAFA ERİMEZ