Perşembe, Mart 28, 2024
spot_imgspot_img

Top 5 This Week

spot_img

Related Posts

Avrupa’nın Mülteci İmtihanı Ve Türkiye

Avrupa’nın Mülteci İmtihanı ve Türkiye
Arap Baharı 2010 yılında  Tunus ,   Mısır , Libya ,  Suriye , Bahreyn , Cezayir, Ürdün ve  Yemen‘de   büyük çapta;  Moritanya,  Suudi Arabistan Umman,  Irak, Lübnan ve Fas‘ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap Dünyasında baş gösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalardır.
Göç dalgası yakın coğrafyamız da 2011 yılında  Suriye iç savaşıyla başlayan bir süreçtir. Açık Kapı Politikasıyla insanlar kabul edildi.Bu politikanın bir tezahürü olarak devlet gelenleri misafir olarak kabul etti. Kültürümüz gereği kabul edilen bu insanların sayılarına bile bakılmadı, bunlar yapılırken misafir oldukları ve geri dönecekleri düşüncesi ile kayıt alınmaması üzerine hareket edildi ve ilk kayıtlar ise 2013 yılından itibaren yapıldı.
Uluslararası mülteci hukukunu düzenleyen temel anlaşma olan 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve bu sözleşmeyi izleyen tamamlayıcı New York Protokolü (1967) ile mülteci ve sığınmacı tanımı ve mülteci ve sığınmacı statüsünde olanların sahip olacağı haklar belirlendi.Fakat Türkiye bu anlaşmaya coğrafi sınırlama şartı koymuştu sadece Avrupa ülkelerinden gelen insanlar Mülteci olarak kabul edilecekti.
1951 Cenevre Sözleşmesi’yle birlikte Avrupa devletleri, Avrupa’da ortak bir iltica ve mülteci politikası geliştirmeye başladılar. Batı Avrupa, Doğu Bloğu’ndan “Özgür Batı’ya” (kapitalist sisteme) kaçanlar ile darbe ve diktatörlükten kaçan İspanyol, Portekizli, Yunanistanlı sığınmacı ve mültecilere kapılarını sorunsuz olarak açtı. Ama 1980 ve 90’lı yıllarda yaşanan savaşlar ( Bosna, Kosova, Sri Lanka vb.) ve Sovyetler’in dağılışı ile mülteci sayısının Avrupa’da yükselmesiyle birlikte, AB’nin mülteci ve iltica politikasında önemli bir paradigmal değişim yaşandı. Özellikle Avrupa’da ” Ortak Pazar ” oluşturma, sınırların kaldırılması ve AB vatandaşlarına serbest dolaşım hakkını amaçlayan Schengen Anlaşması ile birlikte AB ülkeleri bazında mülteci ve sığınmacı sayısının azaltılmasını amaçlayan ortak çalışmalar hız kazandı. İlticacıların barınma, çalışma, sosyal ve politik hayata dahil olma ve dolaşım hakkına kısıtlamalar getirildiği gibi, iltica başvurusu, bir ülkede reddedilen bir sığınmacının başka bir Avrupa ülkesinde sığınma başvurusu tümden ortadan kaldırıldı (Dublin Sözleşmesi, 1990). Bu politikaların sonucu olarak iltica başvuru süreçleri hızlandırıldı ve sığınmacıları kitlesel bir şekilde sınırdışı etme uygulamaları en çok başvurulan “çözüm” yöntemi olarak kabul görmeye başladı. Oysa ki hem Cenevre Sözleşmesi ve onu tamamlayan diğer sözleşmeler hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin öngördüğü iltica başvurularının adil bir şekilde incelenmesi, red edildiğinde yeniden incelenmesi, iltica başvuruları sonuçlanmadan sığınmacıların işkence, kötü muamele ya da cezalandırmaya maruz kalma riski ile karşılaşabilecekleri bir ülkeye sınır dışı edilmemesi hükme bağlanmıştır.[i]
Türkiye ise 1923 yılından itibaren 2 milyon 377 bin insanı mülteci olarak ağırlamış yani biz son 5 yılda 1923 -2000 yılları arasında kabul ettiğimizden daha fazla mülteciyi  kabul etmişiz ya da 2.dünya savaşından sonra  en çok göçü alan ülke konumundayız. 2 dünya savaşı’ ndan sonra  1951 yılında Cenevre sözleşmesi imzalanıyor.
Burada şu soruları sormamız gerekiyor;
–2 dünya savaşından sonra  en çok göçü alan ülke olarak  yeni bir sözleşmeye ihtiyacımız var mı ?
–Göç ve mültecilerle ilgili yeni bir bakışa ihtiyacımız mı var ?
Batılı ülkeler Türkiye’yi  1951 Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi sınırlama getiren 3 ülkeden birisi olmamız sebebiyle ‘Hak temelli örgütler; Türkiye’nin coğrafi sınırlamayı kaldırması gerektiğini söylüyor ve eleştiriliyor.
Peki  fiili olarak baktığımız zaman  Açık Kapı Politikası’nı uygulayan kim Türkiye.
Sınırlarına askerleri duvarları yığan kim Avrupa Birliği Ülkeleri , yani bize rüşvet teklif ediyorlar ve biz size istediğiniz kadar para verelim  onlar sizin ülkeniz de kalsın Avrupa ya gelmesinler bu aynı zamanda batının kendi değerleri ile de yüzleşmesi ile ilgili de bir sorun. İnsan Hakları  ,Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele ve Sözleşmeler deyince hep batı akla geliyor  ama Batı bugün  Cenevre sözleşmesindeki bu coğrafi kısıtlamayı fiili olarak uygulayarak  kendi değerlerine ihanet  etmiş oluyor . Batıya karşı biz  Açık Kapı Politikası uygulayarak  aslında bize dayatmış oldukları ve evrensel diye  tabir ettikleri değerlerin bu coğrafya da kendiliğinden var olduğunu ve coğrafyanın  içinde olduğunu göstermiş oluyoruz. Biz bunları yaparken plansız yaptığımızı  ve en başta insanları misafir  olarak almış olduğumuz için  göç’ün bir sosyolojisini tam olarak anlayamadık.
Göç yolunda bu ve benzeri trajediler yaşanırken, Avrupa’ya ulaşmayı başarabilenlerin dramı burada sonlanmıyor. Sınır Tanımayan Doktorlar ekibinden Brice de le Vingne ise, adadaki yetkililerin mültecilerin koşullarını “durumlarından memnun kalırlarsa daha fazlası gelir” diye kasıtlı olarak düzeltme amacı taşımadıklarını belirtmekte.
Galler’in başkenti Cardiff’te mültecilere renkli bileklik takma zorunluluğu getirildiği ortaya çıktı.Çalışmaları yasak olduğu için kendilerine verilen günde 3 öğün yemeğe bağımlı duruma gelen mülteciler, bileklikleri çıkarmaları halinde yemek alamıyor.
The Guardian gazetesinin haberine göre, Cardiff’te renkli bileklik uygulaması altında bir ay geçiren bir mülteci, gazeteye yaptığı açıklamada, burada geçirdiği günleri “hayatının en zor günleri” olarak nitelendirdi.
Mülteci, “Bileklikleri takmazsak İçişleri Bakanlığı’na bildirileceğimiz söyleniyordu. Kaldığımız binadan yemek yediğimiz binaya her gün 10 dakikalık bir yürüyüşle geçiyorduk, cadde boyunca bilekliklerimiz görünecek şekilde yürüyorduk” dedi.

MÜLTECİ POLİTİKASI
Hükümetlerin mülteci politikalarını gözden geçirerek AB’ye doğru giderek artan mülteci akınına destek vermemelerinin bir nedeni de kıta genelinde artan göçmen ve yabancı düşmanlığı sonucu radikal sağ partilerin güçlenmesi. Avrupa’da kişi başına düşen en fazla mülteci sayısına sahip İsveç’te göçmen karşıtı aşırı sağcı parti İsveç Demokratları’nın oy oranı yüzde 20’yi aşmış durumda. 2015’te yaklaşık 750 bin iltica başvurusu almayı bekleyen ve Avrupa’ya sığınan yabancıların yüzde 30’unu barındıran Almanya’da, mültecilerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde göçmen karşıtı yürüyüşler artmakta ve mültecilerin kaldığı çadır kentlere saldırılar düzenlenmekte. Temmuz ayında İtalya’nın kuzeyinde düzenlenen gösteride de eylemciler henüz kullanılmayan bir mülteci yurdunun eşyalarını ateşe vermişti.
Yaşanan mevcut mülteci krizi AB üye ülkelere gelen göçmen ve mültecilerin hukuki statüsünü düzenleyen Dublin Düzenlemesi’nin artık yetersiz geldiğini açık bir biçimde gösteriyor. Düzenleme, iltica talebinde bulunan bir kişinin başvurusunun yakalandığı ülkede değil, ilk giriş yaptığı AB ülkesinde değerlendirmeye alınmasını öngörüyor. Mevcut göç güzergâhı göz önüne alındığında ise mültecilerin büyük bir kısmına Akdeniz ülkeleri ev sahipliği yapmak zorunda. Bu durum gerek Akdeniz ülkelerinde gerekse de onlar kadar mülteci yükünü üzerine almaya çalışan Almanya ve İsveç gibi ülkelerde göçmen karşıtı hareketlerin yükselişe geçmesine neden oluyor. AB Komisyonu bu nedenle mültecilerin daha adil bir şekilde dağıtmayı hedefleyen “kota” önerisi dile getirdi. Bununla birlikte İngiltere ve çoğu Doğu Avrupa ülkesi bu öneriye soğuk yaklaşarak bunun bir AB problemi olmadığını öne sürmekte.

[ii]Oxford Üniversitesi bünyesindeki Göçmen Politika ve Toplum Merkezi’nde görevli araştırmacı  PROF. FranCk Düvell, Suriyeli mülteciler konusunda başta İngiltere olmak üzere AB ülkelerini eleştiriyor.
-AB’nin Suriyeli mülteci krizini yönetmede sınıfta kaldığı söylenebilir mi?
Kesinlikle evet. AB; Suriye, Irak, Eritre, Sudan, Libya, Ukrayna gibi ülkelerdeki krizlerin temel sebeplerini önlemede başarısız oldu. AB, bu ülkelerden gelecek kitlesel mülteci akınını öngöremedi. Güney Avrupa kıyılarından gelen mülteci kitlesini üye ülkelere dağıtacak bir sistem kuramadı. Hâlihazırda yürürlükte olan ‘Dublin 2 Düzenlemeleri’ (iltica başvurularını düzenleyen uygulama) böyle bir krizi yönetmek için yetersiz. Yakın zamanda görüldü ki AB ülkeleri korumacı, milliyetçi, göçmen karşıtı ve Müslüman karşıtı konuma geldi. Bu ise Avrupa Birliği’nin varoluş prensiplerine aykırı. Çünkü AB; demokrasi, barış, dayanışma ve insan haklarına değer verilmesinden doğmuştur. Bu değerler mültecilerin haklarına şartsız değer verilmesini de içerir. Bu prensiplere göre, üye ülkeler bir araya gelip mülteciler için en iyi çözümü bulmak zorundadır. Bugünlerde üye ülkeler birlikte çalışmayı reddediyor. Bunların başında İngiltere geliyor. İngiltere, AB ile birlikte çalışmak yerine milliyetçi politikalar güderek millî çıkarlarını öne çıkarmaktadır.
-Diğer AB ülkeleri mülteci almaktan kaçınırken Almanya yaklaşık 1 milyon mülteci alacağını açıkladı. Sebebi nedir?
En başta söylemek gerekir ki bu Almanya açısından sürpriz bir yaklaşım değil. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya yaklaşık 7-8 milyon mülteciye sınırlarını açtı. Soğuk Savaş döneminde ise Sovyetler Birliği’nden 5-6 milyon kadar mülteci kabul etti. Sovyetler’in yıkılmasından sonra Doğu Almanya ve Batı Almanya birleşince 2,5 milyon Doğu Almanyalı Batı’ya göç etti. Öte yandan 1991-1994 yıllarında Yugoslayva’da savaş varken Almanya 500 binden fazla Yugoslav mülteciyi çok kısa bir sürede kabul etti. Dolayısıyla söyleyebiliriz ki Almanya’da mültecilerle ilgili tarihî bir tecrübe mevcut. İkincisi, Almanya kıtanın en büyük ve en başarılı ekonomilerinden biri. Böylesine büyük bir mülteci akımıyla baş edebilecek kadar sosyal ve ekonomik kaynaklara sahip. Üçüncüsü, Almanya’nın yaşlı nüfusu uzun zamandır tartışılır. Herkes bilir ki Alman popülasyonu gittikçe küçülüyor. Geçen yıllarda Almanya’da yapılan nüfus sayımına göre toplam nüfusta 2,5 milyonluk bir küçülme var.
Bu noktada yaşlanan nüfusu canlandırmak için çareler aranıyordu. Fakat geleneksel olarak Doğu Avrupa ülkelerinden olacak bir göç istenmiyordu. Nüfusu hâlâ genç olan ülkeler ise Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri. Son olarak, son 30 yıldır Almanya’nın neredeyse her bir köyünde mülteciler ve göçmenler için destek grupları ve dernekler kuruldu. Sivil toplum bu konuda oldukça önde ve yıllardır ırkçılık karşıtı, göçmenlik yanlısı, göçmen hakları lehine kampanyalar yürütüyorlar.

Yaşar ATALAY
Dörtdivanlı Kırıkkale Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Son Sınıf Öğrencisi

[i] https://www.researchgate.net/publication/275658947_Avrupa_Ulkelerinin_Multeci_ve_Iltica_Politikalari
[ii] http://www.aksiyon.com.tr/goc/avrupa-multeciler-konusunda-sinifta-kaldi_552454

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popular Articles