30 Yıl Savaşları ve Ulus Devletin Doğuşu

Date:

Avrupa’da yaşanan reformasyon hareketleri o zamana kadar Kralların ve sosyal hayatın üzerinde hüküm süren Katolik Kilisesi’ni zayıflatmış ve yeni Hıristiyan mezheplerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Reform hareketleri sonucunda ortaya çıkan Protestanlık ve Kalvinizm, Kilise baskısı altından kurtulmak isteyen Alman prensler tarafından benimsenmiş ve kısa sürede Kilise ve onun silahlı gücü diyebileceğimiz Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu için bir tehdit unsuru haline gelmiştir.

Reformasyon ile birlikte Alman prenslikleri ve Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu arasında yaşanan dini zıtlıklar ve savaşlar 1555 yılında Augsburg Barışı’nın imzalanması ile sona erdirilmeye çalışılmıştır. Augsburg Barışı, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru’nun Katolik olmasına rağmen ona bağlı prenslerin Proteston olabilmelerine olanak sağlamıştır. Halk ise bağlı oldukları prenslerin dinine tabi olmak zorunda bırakılmıştır. Bu durum hükümdarları dini lider konumu getirmiş ve Kilise devletin kontrolüne girmiştir.

Augsburg Barışı, Avrupa tarihi açısından önemli bir dönüm noktası olmasına rağmen birtakım eksiklikleri de beraberinde getirmiştir. Halka dini özgürlük verilmemesi ve Katoliklerin sadece Protestanları tanıması bu eksikliklerin en büyükleri olarak sıralanabilir. Avrupa’da hızla yayılan bir diğer mezhep olan Kalvinizm, Augsburg Barışı’nın dışında bırakılmış bu da mezhepler arası çatışmaların devam etmesine neden olmuştur. Tarih 1618’i gösterdiğinde Augsburg Barışı’nın Avrupa’da istikrarı sağlayamadığının bir göstergesi olarak modern uluslararası ilişkilerin başlangıcı olarak nitelendirdiğimiz Vestfalya Antlaşması’nın imzalanmasına yol açacak olan Otuz Yıl Savaşları patlak vermiştir.

Otuz Yıl Savaşları, her ne kadar din savaşları olarak adlandırılsa da dini niteliğinin yanında siyasi bir nitelik de taşımaktadır. Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun topraklarında farklı dillerde konuşan ama aynı dine mensup olan bir halk söz konusuydu ve bu insanları bir arada tutan şey sadece ama sadece “din” idi. İmparatorluğun bütünlüğü, ortaya çıkan mezhepler yüzünden sarsılmaya başlayınca dini ve siyasi amaçlar birbirlerinden ayrılamaz hale geldi.

Otuz Yıl Savaşları’nın bu karmaşık yapısı içinde savaşa katılan büyüklü küçüklü tüm devletler kendi çıkarları için dini bir araç olarak kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bunun en güzel örneğini de günümüz modern devlet anlayışının ilk uygulayıcısı olarak adlandırabileceğimiz dönemin Fransız Başbakanı Kardinal Richelieu (Rişelyö)sergilemiştir. Kendisi de bir Katolik din adamı olan Richelieu, Otuz Yıl Savaşları yaşanırken Katolik Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun yanında yer almak yerine Fransa’nın çıkarları doğrultusunda bu imparatorluğa karşı her türlü ittifakı yapmaktan çekinmemiştir.

Kutsal Roma-Cermen İmparatoru olan II. Ferdinand, Avrupa siyasi tarihinde önemli bir rol oynayan Katolik Habsburg hanedanının bir üyesiydi ve bu hanedan Avrupa’nın birçok yerinde hüküm sürmekteydi. Richelieu’nün Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’na karşı bir tavır içerisine girmesindeki en büyük etken de Habsburgların Fransa’nın etrafını çevreleyecek bir şekilde Avrupa’ya yayılmış olmalarıydı. Richelieu, II. Ferdinand’ın bu avantajlı durumunu gördüğünden Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nu dizginleme yolunu seçti ve II. Ferdinand’ın hayal bile edemeyeceği ittifaklar kurmaya başladı. Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’na karşı Protestan prensleri ve Protestan İsveç’i desteklemek, Müslüman Osmanlı İmparatorluğu ile iyi ilişkiler kurmak bu ittifaklardan en önemlileridir. Çünkü Richelieu, devletlerarası ilişkilerde din faktörü yerine “raison d’etat” ilkesini benimsemişti. Bu ilke devletin çıkarlarına vurgu yapmaktaydı ve devletin bekası için diğer tüm düşüncelerin (din de dahil olmak üzere) devletin menfaatlerine tabi olduğunu ileri sürmekteydi. İşte Richelieu’nün bu politikası günümüz ulus-devlet anlayışının temel niteliği haline gelmiştir.

Otuz Yıl Savaşları’na katılan ve dönemin büyük devletleri olan İspanya ve Avusturya Habsburgları, İsveç, Danimarka ve Fransa, kimilerine küçük Alman prensliklerinin de katıldığı beş büyük savaş yaptılar ve 1648’de otuz yıl süren bu kaos ortamına Vestfalya Antlaşması ile son verdiler. Vestfalya Antlaşması, sanılanın aksine birçok devlet temsilcisinin bir araya gelip imzaladıkları bir antlaşma değildir. Bu antlaşma Habsburg elçilerinin Fransa ve İsveç’le ayrı ayrı imzaladıkları ikili antlaşmaların toplamına verilen genel addır. Buna rağmen Vestfalya Antlaşması, 1815’teki Viyana Kongresi’nde uygulanacak olan “Konferans Diplomasisi” için bir esin kaynağı olmuştur.

Ulus-Devlet Doğuyor

Vestfalya düzeni ile birlikte Avrupa, Ortaçağ’dan modern zamanlara geçiş yapmıştır. Bugün sıklıkla kullandığımız egemenlik, sınırlar, başka bir devletin iç işlerine karışmama ve elçilik gibi kavramlar Vestfalya düzeninin birer getirisi olmuştur. Ve devletleri Vestfalya Antlaşması’nın imzalanması yoluna götürmüş olan “din” konusu da Vestfalya ile birlikte “sürgün” edilip değerlendirme dışı bırakılmıştır.

Vestfalya’nın getirisi olarak sayılan bu kavramları toplu olarak ele aldığımızda ise karşımızda ulus-devleti bulmaktayız. Elbette ulus-devletin ortaya çıkışı bir anda olmamıştır. Ulus-devleti oluşturan kavramlar tarihsel süreç içerisinde zaman ve koşullara göre kendiliğinden oluşmuştur. Vestfalya ile ortaya çıkan teritoryal yani sınırları belli ve dokunulmaz olan devletler, 1648’den bu yana uluslararası arenada siyasi, ekonomik, askeri ve beşeri olarak birçok değişiklik yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedirler.

Bu tarihsel sürece kısaca göz atarsak, sınırları belli ve antlaşmalarla korunan bir teritoryal devletin kendi sınırları içerisinde mutlak bir hâkimiyete sahip olması uluslararası literatüre “egemenlik” kavramının girmesine neden olmuştur. Vestfalya ile birlikte uluslararası arenada ana aktör haline gelen devletler de birbirlerinin iç işlerine karışmama konusunda karşılıklı taahhütler vermiştir. Yani birbirlerinin egemenlik haklarını tanıma yoluna gitmişlerdir. Devletler birbirlerine sürekli elçiler yollayarak “ad hoc diplomasi” denilen geçici elçilik terk edilmiştir ve teknolojinin yıllar içerisinde gelişmesiyle birlikte birbirlerinden sürekli bir şekilde haberdar olmaya başlamışlardır. Bununla birlikte din orijinli devlet yerini laik devlet anlayışına bırakmış ve ulus-devlet günümüzdeki şekline çok yakın bir hale gelmiştir.

1648’den 1789 tarihine kadar geçen süreç içerisinde gelişen ulus-devlet düşüncesi Fransız Devrimi’nin ve ardından başlayan Napolyon Savaşları’nın milliyetçi etkisiyle iyice yayılmış ve çok uluslu imparatorluklar bu durumdan kötü bir şekilde etkilenmiştir. Avrupa’da yaşanan 1838 ve 1848 ayaklanmaları da köhneleşmiş imparatorlukların sonunun geldiğinin habercisi olmuştur. Son olarak da I. Dünya Savaşı’nın ardından parçalanan büyük imparatorluklardan birçok yeni ulus-devlet çıkmış ve ulus-devletlerin sayısı yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar azalan bir şekilde artmaya devam etmiştir.

Bugün içinde bulunduğumuz uluslararası sistemin temelinde yer alan ulus-devlet gün geçtikçe değişmekte ve gelişmektedir. Ulus-devletler kendi iradeleri ile birleşip konfederasyonlar oluşturmakta, uluslararası veya uluslarüstü örgütler kurmaktadır. Bunları da anlattığımız tarihsel süreç içerisinde yer alan raison d’etat ilkesi gereğince yapmaktadır. Çıkarlar söz konusu olduğunda yüz yıl süreyle savaşmış olan İngiltere ve Fransa müttefik olup Almanya’yı püskürtmeye çalışmıştır. Osmanlı’nın parçalanmasıyla 1920’lerde birbiriyle savaşa tutuşan Yunanistan ve Türkiye, Akdeniz’den gelen İtalyan tehdidi karşısında Balkan Antantı altında buluşmayı bilmiştir. Bu örnekler ulus-devleti ve onun felsefesini anlamamız açısından yeterli olacaktır.

Kaynak

Boran Karakaya

borankarakaya@hotmail.com

Gazi Üniversitesi / Uluslararası İlişkiler

 

KAYNAKLAR:

– Henry Kissinger – Diplomasi

– Mehmet Şahin – Din-Dış Politika İlişkisi: ABD Örneği

-Faruk Sönmezoğlu – Uluslararası İlişkiler Sözlüğü

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Share post:

Subscribe

spot_imgspot_img

Popular

More like this
Related

Devlet Adamlığı Bilimi (Kitap Analizi)

Jeopolitiğin Tanımı ve Kapsamı Jeopolitik, günümüzde giderek önemi artan bir...

Kızıldeniz Nerede

1869 yılında Süveyş kanalının açılmasıyla Kızıldeniz oldukça öneme sahip...

Riyazet Nedir ?

Riyazet Ne demek ?  Riyazet bir tasavvuf terimidir. Riyazet...

ORTADOĞU’NUN KANAYAN YARASI: FİLİSTİN

Binlerce yıldır paylaşılamayan , saatli bir bomba gibi her...