6-7 Eylül Olayları, 6 Eylül günü öğlen saatlerinde devlet radyosunda Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı yapıldığı haberi duyuldu. Öğleden sonra İstanbul Ekspres Gazetesi ikinci baskı yaptı ve günün ilerleyen saatlerinde ‘‘Kıbrıs Türktür Cemiyeti’’nin (KTC) çağrısı doğrultusunda Taksim Meydanı’nda protesto mitingi düzenlendi. Mitingden sonra büyük bir insan topluluğu gayrimüslimlere ait işyerlerine saldırmaya başladı. Bu saldırılara yaklaşık 100 bin kişinin katıldığı düşünülmektedir. Dönemin tanıklarından biri olayın başlangıcını şöyle anlatıyor;
“O zaman 15 yaşındaydım ve Tahtakale’de Rızapaşa 19 numarada bir tanıdığımızın yanında çalışıyordum. O dönem dükkanların yüzde ellisi gayrimüslimlere ait idi. Saat ikiye doğru, daha Selanik’teki bomba haberi duyulmadan evvel ortalık yavaş yavaş karışmaya başlamıştı. Türk dükkan sahipleri yanımıza gelip bize şöyle diyorlardı: ‘Dükkanlarınızı hemen kapatıp eve gitseniz iyi olur.’ Saat beşe doğru gayrimüslimlere ait tüm dükkanlar kapanmıştı. Tahtakale’de inanılmaz bir kalabalık birikmişti. Ne araba ne otobüs ne de tramvay geçebiliyordu. Eminönü’nde küçük gruplar halinde adamlar bekliyordu. Bankalar Caddesi’nde de durum aynıydı. Karaköy ve Kuledibi’nde de yine gruplar grup bekleşen adamlara rastladım. Taksim Meydanı ise artık iğne atsan yere düşmeyecek hale gelmişti. O sıra İstanbul Ekspres gazetesi çıktı. Beklenen haber gelmişti. Birden ortalık karıştı, sesler yükseldi. Saldırılar artık başlayabilirdi.”1
Saldırılar çoğunlukla 20-30 kişiden oluşan organize olmuş birlikler tarafından gerçekleştirildi. Saldırıyı yapanlar yanlarında Türk bayrakları, Atatürk ve Celal Bayar’ın fotoğraflarını taşıyorlardı. KTC’nin rozetleri dağıtılıyor ve halka evlerine, arabalarına ve işyerlerine Türk bayrakları asmaları söyleniyordu. Göstericiler destek bulmak için Kıbrıs Sorunu’nu ve gayrimüslim antipatisini körüklüyordu.
Saldırıyı yapan grupların önderlerinin bir kısmında gayrimüslimlerin ev ve işyerlerinin adreslerinin bulunması bu olayların birilerinin desteğiyle yapıldığını gösteriyordu. Dönemin tanıklarından biri bu durumu şöyle anlatıyor:
“Bir Rum arkadaşımın dükkanının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara dükkanın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. Bunun imkânsız olduğunu, çünkü ismin listede olduğunu belirttiler. Ben de, ‘ O zaman listede bir hata olmuştur ’ dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. ‘ Bu ev bir Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkanı yağmalayın, şu eve girin’ vs.”2
Bu sırada Müslüman halk ev ve dükkanlarını korumak için Türk bayrağı asıp, ışıklarını yakıyordu. Buna rağmen yine de trajikomik hadiseler olmuyor değildi:
“Tünelde Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkanı vardı. Adam Türktü ama onun işyerini de yağmalamaya başladılar. Cevat Bey hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. Bu şekilde saldırganları durdurmaya çalıştı.”3
Saldırılan dükkanları yağmalamak için gerekli malzemeler taşıtlara olaylardan önce yüklenmişti ve şehrin belirli yerlerinde hazır bir şekilde duruyordu. Bu şekilde hedeflere hızlı bir şekilde gidiliyor ve saldırılar başarılı bir şekilde gerçekleşiyordu. Yağmadan dolayı İstanbul’un caddeleri dükkanlardan çıkarılan eşyalarla dolmuştu:
“Özellikle Galatasaray’la Tünel arasındaki caddeler tamamen kumaş artıkları ve kürk parçalarıyla doluydu. Caddelerde buzdolapları, elektrikli süpürgeler, pastalar, şekerler, kumaş topları, gömlekler, kravatlar ve bir manavın artıkları vardı. Tramvay, araba ve otobüslerin arkasına takılmış halatlarla buzdolapları, dikiş makineleri ve daktilolar sokaklar arasından geçiriliyordu. Dükkanlardaki tüm eşyalar, tek tek parçalanıyordu.”4
Saldırılar sadece işyerlerine değil gayrimüslimlerin evlerine de yapılıyordu. Evlerin camları atılan taşlarla kırılıyor sonrasında balta ve demirlerle kapı kırılıp eve giriliyor evde ne var ne yoksa harap ediliyordu.
“Yaya’nın evindeyken gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak-çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür, gaz, tuz, şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılmaz hale getirilmişti.”5
Kiliseler de bu saldırıdan payını alıyordu. Kimilerinin içlerindeki eşyalar harap edilirken bazısı komple ateşe veriliyordu.
“Kumkapı’da bir binanın üst kısmında Rumların ibadet ettiği bir bölüm vardı. Yukarı çıktığımda, şu manzara ile karşılaştım: İkonalar, şamdanlar, resimler, hepsi odanın ortasında toplanmıştı ve birileri üzerine s..mıştı!”6
Ayrıca gayrimüslimlerin mezarlıklarına da zarar verilmiştir. Mezar taşları parçalanmış üstüne bununla yetinilmeyip mezarlardan çıkarıla iskeletler kırılmış ve yakılmıştır.
Ülkenin diğer yerlerinde de saldırılar meydana gelmiştir. Özellikle İzmir’de gayrimüslimlere karşı saldırılar olmuştur. Uluslararası bir fuar nedeniyle Konak Meydanı’na dikilmiş Yunan bayrağı yakılmıştır. Yunan pavyonu taşlanıp iç donanımına zarar verildikten sonra bina ateşe verilmiştir.
Alsancak’ta toplanan bir grup Yunan Konsolosluğu önüne gitmiş ve konsolosluğa Türk bayrağı çekilmesini istemiştir. İstekleri olumsuz karşılanınca da binaya saldırmışlar ve binayı ateşe vermişlerdir. Ayrıca 6 Yunan NATO subayının da evleri basılmıştır.
Ankara’da ise olay sadece öğrenci protestoları şeklinde olmuş ve gayrimüslimlere karşı bir saldırı olmamıştır. Bunda en büyük etken Ankara’da gayrimüslim nüfusun çok az olmasıdır.
Bursa ve Samsun’da ise güvenlik güçleri Rum yerleşimlerini korumaya almış ve çıkabilecek herhangi bir olayı daha en başından önlemiştir.
Nedenleri
Olayların fitilini ateşleyen hadise 6 Eylül günü Selanik’te bulunan Atatürk’ün doğduğu evin bombalanmasıdır. Bu bombalamanın, daha sonra Nevşehir valisi de olan, Yunanistan’ın Türk azınlığından olan Oktay Engin adlı öğrenci tarafından yapıldığı da Yunan emniyetinin araştırmaları sonucundan ortaya çıkmıştır. Olayın duyulmasından sonra zaten basın tarafından sürekli gündemde tutulan Kıbrıs Sorunu da bahane edilerek olaylar başlamıştır.
Olayların olduğu zaman İngiltere’nin hâkimiyetinde olan Kıbrıs adasında Yunanistan’la birleşme planının (Enosis) savunucuları olan Rumlar tarafından kurulan EOKA örgütü İngiliz ve Türklere saldırılar düzenliyordu. Türk tarafı Kurtuluş Savaşı’ndan sonra sağlanan Yunan barışını bozmamak için ilk zamanlarda pasif bir tutum sergilemiştir. Bunun sonucunda basın tarafından Kıbrıslı Türklerin ‘‘ hayati problemlerini ’’ görmezden gelinmesiyle suçlanan hükümet adına dönemin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak şu açıklamayı yapmıştır:
“Baylar, ortada ‘Kıbrıs Sorunu’ diye bir şey yoktur. Bunu bir süre önce muhabirlerin sorularına karşılık verirken söylemiştim. ‘Kıbrıs Sorunu’ diye bir şey yok çünkü ada Büyük Britanya’nın egemenliği ve yönetimi altında. Biliyoruz ki, İngiltere’nin bu ada üzerindeki haklarını başka bir güce devretmek gibi bir düşüncesi zerrece yoktur ve hiçbir zaman da bu yönde bir eğilim göstermemiştir.”7
Kıbrıs sorunuyla ilgili pasiflik Yunanlıların Kıbrıs üzerinde hak iddia etmesiyle birlikte bozuldu. Yunanistan Kıbrıs Sorunu için BM’ye başvurdu. Bunun akabinde de Türk hükümeti ‘‘Kıbrıs Komisyonu’’ kurdu ve Kıbrıs stratejisi belirlendi.
Bu sırada Türkiye’de ise Kıbrıslı Türkleri desteklemek için KTC bulunuyordu. Bombalama olayından sonra ikinci baskıyı yapan İstanbul Ekspres gazetesi KTC üyeleri tarafından halka dağıtılıyor ve yine KTC üyelerinin yönlendirmesiyle gayrimüslim işyerlerine ve evlerine saldırılıyordu.
Olaylar sırasında dikkat çeken en önemli husus ise güvenlik güçlerinin pasifliğidir. Güvenlik güçleri halkı engellemek şöyle dursun olaylara karşı sempati beslemişlerdir:
“Neler olduğunu merak ettiğimiz için hepimiz dışarıya çıktık. Grup halinde adamlar ellerinde sopalar ve çekiçlerle bize doğru yaklaşıyorlardı. Lokantaya geri döndük ve perdeleri ardına kadar açtık Üzerimizdeki askeri üniformaların onları ürküteceğini düşündük. Sıra oturduğumu lokantaya gelmişti. Bizi gördükleri halde baltalarla ön camları aşağı indirmeye başladılar. Grubun arkasında polis memurları da vardı. Ama polisler, sanki saldırganların işlerini rahatça yapabilmeleri için başlarında bekliyor gibiydiler.”8
Bu pasifliğin polislerin göstericiler karşısında sayıca azlığından olduğunu düşünmek hata olur. Olaylardan önce zaten teyakkuzda olan birlikler olay zamanından çok kısa zaman önce Eskişehir ve çevresinden gelen birliklerle takviye edilmiştir. Bu pasifliğin daha çok ‘‘ emir biçiminde verilmeyen ancak hadiselere göz yumulması istenen ’’ bir talimatın varlığına dayandırılabilir. Bu düşünceyi bazı polis memurlarının ifadeleri doğrulamaktadır:
“Askeri mahkemedeki duruşmalarda, tutanaklara özel bir tanık ifadesi koydurmaya çalışıyordum. Hakim de bunu kabul etmişti. Polis memuru Hikmet Çolak, 6 Eylül 1955 günü, Sarıyer Karakolu’nun telefon santralında görevliydi. Emniyet Müdürlüğü’nden karakollara ve karakollardan Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan telefon görüşmelerini bağlıyordu. Savcının ‘Ne bildiği’ ile ilgili soruya, ‘Sizin de pek iyi bildiğiniz gibi, o gün, hırsızlık ve yangın olayları dışındakilere göz yummak için emir almıştık’ şeklinde yanıt vermişti.”9
Failleri
Olaylardan sonra hükümetin emriyle İstanbul, Ankara ve İzmir’de örfi idare ilan edildi. 10 Eylül 1955 de örfi idarelerde kurulan özel mahkemeler ilk sorgulamalarını yapmaya başlamıştı. Yargılamalar kapalı yapılıyordu çünkü yargılama esasında Türk devleti için utandırıcı olabilecek şeylerin açığa çıkmasından korkuluyordu. Yargılamalar Ocak 1956’da bitti. Toplamda 228 kişi mahkum edildi.
Hükümet olaylardan komünistleri ve hain provokatörleri sorumlu tutuyordu. 7 Eylül günü 48 komünist tutuklanmıştı. Bunların olayla alakaları olmadığı herkesçe biliniyordu. Hatta sorgulamaları yapan bir polis memuru şöyle diyordu:
“Olaylarla alakaları olmadıklarını biliyoruz ama ne yapalım emir ta yukardan geliyor. Biz sadece görevimizi yapıyoruz.“10
KTC’nin yaşanan bu olaylarda en büyük rolü üstlendiğini söylenebilir. KTC’nin kuruluş amacı Kıbrıs’da yaşayan Türk azınlığı BM ve diğer örgütler karşısında savunmak ve bu konu hakkında ülkede protesto düzenlemektir. MTTB ve TMTF’nin teşvikiyle kurulmuş olmasından dolayı öğrenci birlikleriyle arasının iyi olduğu bilinmektedir.
Olaylardan hemen sonra KTC’nin üyeleri tutuklandı, mal varlıklarına el konuldu ve KTC’nin şubelerinin birleşmesi yasaklandı. Olayların sonrasında tutuklananların arasında KTC üyelerinin çoğunlukta olması da KTC’nin bu olayda aldığı rolü gösterir niteliktedir.
Eylemler sırasında sendikalar ve DP örgütleri de aktif olarak orada bulunuyordu. Sendika örgütlerinin getirdiği taşlar, baltalar ve diğer aletlerle yıkım ekipleri oluşturuluyordu. Ayrıca sendikalar İstanbul dışından bir çok insanı o gün İstanbul’a getirmişti. DP örgütleri de olaylarda aktif bir şekilde görev almıştır. DP genel merkezinden gönderilen genelgeyle harekete geçen DP örgütleri olaylara aktif olarak girmiştir:
“DP ocak örgütlerinden birinin başkanı arkadaşlarıma şunları anlatmış: Merkezden bir talimat aldık. Yazıda, Kıbrıs’ta bir gösteri olacağı yazılıydı. O yüzden Taksim Meydanı’nda toplanılacaktı. Öğrenciler, Kıbrıs Sorunu’yla ilgili konuşmalar yapacaklardı. Konuşmalardan sonra İstiklal Caddesi’nden geçip, ‘ Kahrolsun Yunanistan, Kıbrıs Türk’tür ’ diye bağıracaktık. Sonra yolumuzun üzerindeki Rum dükkanlarını taşlayıp, tahrip edecektik. Ama hiçbir şekilde yağma olmayacaktı. Bize verilen talimat buydu. Ancak gösteri, bizim tahmin edemediğimiz boyutlara ulaştı. Bunu biz de anlayamadık.”11
Saldırıların planlanmasında MAH (Milli Amale Hizmeti/Günümüzdeki Milli İstihbarat Teşkilatı)’ın katkısı olduğu öne sürülmesine rağmen sivil mahkeme bunu önemsememiştir. Atatürk’ün evine bomba koyan şahsın daha sonrasında Türkiye’ye gelip MAH için çeşitli görevler üstlendiği bilinmektedir.
Hükümet üyelerinin de bu olaylarda parmağı olduğu dış kaynaklar tarafından söylenmektedir. Buna dayanak olarak da o sırada yapılan konferansta Yunanistan’a karşı baskı oluşturmak isteği olduğu yatmaktadır. 1960 Darbesi’nden sonra kurulan Yassıada Mahkemeleri’nde bu olay dava konusu oldu ve Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun hükmüne karar verildi.
Önceden Yaşanan Olaylar
Gayrimüslimlere devlet elitleri tarafından çoğu zaman ‘potansiyel hain’ gözüyle bakıldığı için gayrimüslimler çoğu zaman baskı görmüştür. Bu başlık altında gayrimüslimlerin yaşadığı üç önemli olaya kısaca değinilecektir.
Trakya Olayları (1934)
Trakya’daki Yahudilerin sürülmesinin yasal kaynağı İskan Kanunu’nun 2. Maddesidir. Hükümeti bu iskan politikasına yönelten neden ise o sıralar genişleme arzusunda bulunan faşist İtalyan devletidir. Bu sebeple ‘potansiyel hain’ gözüyle bakılan gayrimüslimler Trakya’dan sürülmelidir. İskan Kanunu çıktıktan iki hafta sonra Trakya’daki Yahudilere ait yerlere saldırılmış ve yağma edilmiştir. Bunun sonucundan Yahudiler İstanbul’a göç etmeye başlamıştı. Buna rağmen göç etmeyenlere ise boykot uygulanmıştır.
Ermenilerin Zorunlu Göçü (1929-1934)
Bu yıllar arasında yaşayan Ermenilerin çoğu Anadolu’dan Suriye’ye göç etmişlerdir. Zamanın hükümeti yabancıların tepkisini çekmemek için zorunlu bir göç uygulaması yerine ‘kendi istekleriyle’ göç etmelerini istemiştir. Anadolu’daki Ermenilere buradan gitmeleri konusundan devlet adamlarınca telkinler verilmiştir. Bunun sonucunda 1929-1934 yılları arasında 70 binden fazla Ermeni Suriye’ye göçmüştür.
Varlık Vergisi (1942)
İkinci Dünya Savaşı döneminde savaş koşullarında kazanılan haksız kazancı vergilendirmek ve savaşın yarattığı ekonomik zorlukların bir arada karşılanmasını sağlamak için hükümet tarafından özellikle gayrimüslimlere konulan vergidir. Gayrimüslim yurttaşlar tarafından tam bir facia olarak kabul edilen Varlık Vergisi maliye memurları tarafından konuluyordu. Maliye memurlarının bir yeri vergilendirirken tek bilgi kaynağı kendi düşünceleriydi:
‘‘‘Sence Hangi Kategoriye Giriyordur?’
‘500.000 TL Kategorisine.’
‘Hayır, Bence Daha Çok 1 Milyona Girer.’
‘Nerden Biliyorsun?’
‘Sen 500.000 TL Kategorisine Girdiğini Nerden Biliyorsun?’
‘İyi O Zaman Orta Bir Kategoride Anlaşalım.’…’’12
Sonuçları
6-7 Eylül Olayları sonucunda oluşan maddi hasar resmi kaynaklara göre 412 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile fabrika, otel vs. içinde bulunduğu 5317 tesistir. Diğer verilen bilgilerin de ufak sapmalarla birlikte bu oranla örtüşmesinden dolayı bu maddi hasarı kabul edebiliriz.
Olayın ilk saatlerinde hırsızlık olayları çok az olmuştur. Bunun nedeni ise elebaşlarının hırsızlık yapmaması konusunda göstericileri uyarmasıdır. Buna rağmen sonraları hırsızlık olayları baş göstermiştir:
“Grupların liderleri hırsızlığa izin vermiyordu. Hatta hırsızlık yapmak isteyen bazı kişiler dövülüyordu. Ancak pek çok kişi kargaşadan istifade ediyordu. Daha sonraları liderlerde duruma karşı koyamıyor hatta kendileri de çalıyordu. 1960 Mayıs’ındaki askeri darbe esnasında askerdeydim. Sulukule’de bir çadır kurmamız gerekiyordu. O zamanlar orada daha elektrik yoktu ama bu evler buzdolapları, çamaşır makineleri, radyolar ve diğer elektrikli aletler ile doluydu. Bunlar 6-7 Eylül 1955’in ganimetleriydi.”13
Yasin Dönmez, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mekteb-i Mülkiye) 2. Sınıf öğrencisi. İlgi alanları Türk Siyasi ve Toplumsal Hayatı, Türk Dış Politikası, İran Kültürü ve Tarihi.
—
Dipnotlar
- Güven, Dilek, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, Çev. B. Şahin, İletişim Yayınları, 2006, s.26.
- Dilek, a.g.e., s.27.
- A.e., s.29.
- A.e., s.31.
- A.e., s.32.
- A.e., s.32.
- A.e., s.193.
- A.e., s.33.
- A.e., s.35.
- A.e., s.74.
- A.e., s.85.
- A.e., s.137.
- A.e., s.52.