Dr.Özlem Yücel İle Doğu Akdeniz Röportajı

Date:

“İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Dr. Özlem Yücel hocamız ile son zamanlarda gündemi hayli meşgul eden Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselesiyle ilgili bir röportaj gerçekleştirdik.Keyifli okumalar dileriz.”

Kemal Kısa: Hocam Türkiye’nin ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları açısından mevcut tezleri nelerdir?

Öncelikle şunu söyleyeyim: Bu problem yeni bir problem değil.Yunanistan’la olan, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmadan önce başlayan bir problem.Yunanistan’ın maalesef bizim kıyılarımıza çok yakın ama Yunanistan’a çok uzak olan adaları var Akdenizde, sadece Ege’de değil.Bunun en önemlisi Meis Adası’dır.Bundan başka da birkaç adası daha var.Bu adalar nedeniyle zaten Akdeniz’de Yunanistan’la bir kıta sahanlığı problemimiz daha önceden vardı.1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra başlangıçta her şey yolundayken sorun yoktu.Ama Kıbrıs’ta gene malum kavgalar başlayınca Kıbrıs sorunu çerçevesinde bir de Kıbrıs Cumhuriyeti ile, daha sonra bizim böyle bir devletin ortadan kalktığını iddia etmemizle GKRY ile problemlerimiz başladı.Fakat malum yakın tarihte GKRY’nin Yunanistan’la ve daha sonra yine Yunanistan ve GKRY’nin Mısır’la, İsrail’le ve daha sonra Lübnan’la, Suriye’yle yaptığı kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge anlaşmalarıyla bu problem iyice gündeme geldi.Bugünkü geldiğimiz noktada, Yunanistan ve GKRY’nin tezlerini ayrı ayrı değerlendirmek lazım.Biliyorsunuz Yunanistan’ın Ege’de ve Akdeniz’de çok sayıda adası var.Bizim kıyılarımıza uzak olanlarını söylüyorum.En büyüğü malum Girit Adası’dır.Yunanistan bu adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerinin  olduğunu iddia ederek Mısır’la anlaşmalar yaptı.Mısır’la yaptığı anlaşmalar çerçevesinde aslında bize ait olan, yani Türkiye’nin hak iddia ettiği deniz alanlarını da Mısır’la beraber paylaşmaya kalktı.Olayın bir boyutu bu.İkinci boyutu ise Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de buna dahil ederek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de bu ülkelerle yaptığı anlaşmalarla  -yani Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye ile- Türkiye’nin kıta sahanlığını ve münhasır ekonomik bölgesini çok sınırlandıran ve Türkiye’yi çepeçevre kuşatan bir politika izlemeye başladı ve bu yaptığı anlaşmalarla hem Türkiye’nin hem de dünya tanımasa bile bizim tanıdığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kıta sahanlığı alanlarında hak iddia etmeye başladı.Burada ikinci bir problem ortaya çıkıyor.O da şu: KKTC dünya tarafından tanınmadığı gibi, bu devletin mevcut şartlarda olması gereken kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerini de haliyle  tanımıyorlar.Daha doğrusu sadece kıta sahanlığı demek gerekir çünkü münhasır ekonomik bölge, ilan etmeye bağlı bir haktır.

K.K: Hocam bu arada kıta sahanlığı kavramını kısaca açıklayabilir misiniz?

Doğru söylüyorsunuz, Kıbrıs’ın, Yunanistan’ın ve Türkiye’nin tezlerine oradan geçersek daha iyi olur.Kıta sahanlığı 1945’ten itibaren uluslararası hukukta kabul edilen bir haktır.Kıta sahanlığı alanları aslında açık denizlerdir.Yani uluslararası sulardır.Yani hiç kimseye ait olmayan, uluslararası topluma ait olan deniz alanlarıdır.Fakat bu deniz alanları size denizle ilgili herhangi bir yetki vermemekle beraber, deniz dibi ve toprak altındaki canlı/cansız özellikle cansız, yani maden kaynaklarını -petrol, doğal gaz gibi- işletme hakkını veren bir deniz alanıdır.Yani bu deniz alanları o devletin deniz ülkesini oluşturmaz.Çünkü açık denizdir.Ancak o ülkenin yani kıyıdaş devletin bu bölgedeki özellikle petrol ve doğal gaz gibi maden kaynakları konusunda tekel hakkı vardır.Yani bunları sadece ve sadece kıta sahanlığı sahibi devlet kullanabilir.Bu deniz alanları, devletlerin ilanını gerektirmeden devlet oldukları andan itibaren geçerlidir.Yani 1945’te bu hak kabul edildiği için bu tarihten itibaren Türkiye’nin ve Yunanistan’ın bu deniz alanları vardır.Münhasır ekonomik bölge (MEB) ise ilana bağlı bir deniz alanıdır ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’yle ilk kez ortaya çıkıp kabul edilmiştir.İlan etmediğiniz müddetçe bu deniz alanına sahip olamazsınız.Bu deniz alanı da aynı kıta sahanlığı gibi açık deniz alanlarındandır.Yani o devletin deniz ülkesini oluşturmaz fakat kıta sahanlığının verdiği hakların yanı sıra MEB, kıyı devletine denizle ilgili haklar da verir.Yani MEB sadece kıta sahanlığındaki deniz dibi ve toprak altındaki kaynakları işletme hakkını vermez; artı olarak denizdeki kaynakları da işletme hakkı verir.Bunun temeli de balıkçılık hakkıdır.Türkiye Akdeniz’de ve Ege Denizi’nde kıta sahanlığına sahiptir.Ama henüz MEB ilan etmediğimiz için bu hakka sahip değiliz.Aynı şekilde Yunanistan da bu bölgede kıta sahanlığına sahiptir.Ama MEB’ini ilan etmemiştir.Fakat Kıbrıs Cumhuriyeti MEB’ini ilan etmiştir, onun bu hakkı vardır.Bizim esas konumuz, Türkiye ile şu anda problem yaşadıkları mesele balıkçılıkla ilgili değil, kıta sahanlığı meselesidir.MEB’in kıta sahanlığından farkı balıkçılık hakkı olduğu için konunun sonunda esas odaklanacağımız yer balıkçılık hakkıdır.Baştaki sorunuza tekrar dönersek, buradan GKRY ve Yunanistan’ın  beraber yapmak istedikleri şey, dediğim gibi Türkiye’nin hak talep edebileceği yani deniz dibi ve toprak altındaki doğal kaynakları talep edebileceği bölgeleri sınırlandırmak istiyorlar.Çevre ülkelerle yaptıkları anlaşmalarla Türkiye’yi bir oldubittiye getirmek istiyorlardı, bu bir.Artı, KKTC’yi tanımadıkları gibi onun kıta sahanlığı ve MEB’ini de kendi kıta sahanlıkları ve MEB’leri olarak kabul ediyorlardı.Çünkü GKRY MEB’ini ilan etti, onun sadece kıta sahanlığı yok.O nedenle burasını Türk askerleri tarafından ele geçirilmiş, işgal edilmiş bölge olarak tanımlıyorlar ve aslında burasının deniz alanının da onlara ait olduğu iddiasındadırlar.O yüzden Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında GKRY, bütün Kıbrıs’ın kıta sahanlığını ve MEB’ini kullanmaya çalışıyor.Bu hususta Türkiye’nin temel tezi ise Türkiye bir defa akıllı bir hamleyle karşı tarafı silahıyla vurmaya çalışıyor.Onların tezi de şu: ‘Bütün Kıbrıs tek  bir devlet olmalıdır.’ Tamam, biz de bunu destekliyoruz diyoruz ve buna desteğimizi 2004’te gösterdik.Referandumda KKTC halkı büyük çoğunlukla evet dedi tek devlet olmak için.

K.K: Annan Planı’nı mı kastediyorsunuz?

Evet ama güney tarafı büyük çoğunlukla -dörtte üç çoğunlukla- hayır dediği için bu plan gerçekleşmedi.Biz diyoruz ki:  ‘Madem siz tek bir devlet olmak hedefindesiniz, biz de bunu destekliyoruz.’ O zaman tek bir devlet olduğumuzda ne olacak? Kıbrıs’ın kıta sahanlığı ve MEB’indeki  bütün zenginlikler bütün Kıbrıs halkının olacak.Yani Türk ve Rum hepsinin birlikte sahip olduğu zenginlikler olacak.Bu zenginlikleri şu anda GKRY’nin yaptığı gibi sadece ve sadece Rumların çıkarına kullanmak -çünkü Güney Kıbrıs bir Rum yönetimi, Türklerin söz sahibi olmadığı bir yönetim- bu zenginlikleri bu yönetimin işlemesi bütün Kıbrıs halkının haklarına bir tecavüzdür.Bizim temel tezimiz şu ki: -yani Türkiye’nin de desteklediği tez- KKTC de kendi alanında kendi kıta sahanlığında petrol, doğal gaz çıkarsın.Burada da beraber çıkartalım, oradakini de beraber çıkartalım.Yani bu, bütün Kıbrıs halkının zenginliğidir diyoruz.Bunun için de ne yapmamız lazım? GKRY’nin tek bir devlet olmak için gerekli olan şeyleri kabul etmesini istiyoruz.Fakat GKRY, Yunanistan ile beraber bunu kabul etmedikleri gibi şimdiden GKRY’de bulunan petrol yataklarını tek başına işletiyor ki GKRY şu anda Yunanistan gibi çok büyük bir borç batağı altındadır.Türkiye de o yüzden karşı çıkıyor.Şu anda, o gelecek zenginlikleri GKRY’nin kötü yönetimi , har vurup harman savurması nedeniyle sahip olduğu borçları bitirmek için kullanmak istiyorlar.Rumların yöneticilerinin kötü yönetimlerinin sonucu ortaya çıkan bu borçlar Kıbrıs halkının zenginliğinden tüketilemez.Bu Kıbrıs halkının malıdır.Türkler de dahil olmak üzere tezimiz bu.Yunanistan da en son gerçekleşen Libya olayıyla beraber Türkiye’yi çevreleme ve komşu devletlerle kıta sahanlığı ve MEB anlaşmaları yaparak ön alma stratejisinde de başarısız oldu.Türkiye orada öne geçti.Yalnız o hususta söylediğim bir söz var, size de söylemiştim: Şu anda savaş bitmedi, sadece bir muhabereyi kazandık.Yani şu anda Türkiye iyi bir pozisyona geçti.Ama daha iş bitmedi.

K.K: Yani taktik bir başarı olarak değerlendiriyorsunuz?

Evet taktik bir başarı, önemli bir başarı, ama daha iş bitmedi.Daha yapmamız gereken çok şey var.

K.K: O zaman Libya’dan söz açılmışken sorayım. Libya mutabakatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi onu dikkatli değerlendirmek lazım.Bu, iki taraf arasında yapılan bir milletlerarası anlaşma ki, daha yeni yapıldı, yürürlüğe de girmedi.Bu anlaşma inşallah sorunsuz şekilde, -ki devlet başkanımızın da ağzından Libya’ya baskılar yapıldığını duyuyoruz.-  bu konuda bir sorun çıkmadan yürürlüğe girdiğini kabul edersek bu, Yunanistan’ın çevreleme politikasını zaafa uğratır.Yani Libya, Mısır’la Yunanistan arasında bir deniz alanına sahip olduğu zaman Türkiye’nin artık tamamen Yunanistan ve müttefikleri tarafından çevrelenmesine engel olur.Şimdi burada önemli bir husus daha var: Bu kıta sahanlığı alanlarında şu anda verilmiş izinler var.Bu izinleri GKRY kendince çok akıllı bir taktik kullanarak ABD ve İtalya gibi önemli devletlerin şirketlerine verdi.Burada yapmak istediği şey şu: Hem burada bu şirketler eliyle para kazanacak hem de ne olmuş olacak? Bu şirketler kanalıyla, onların vatandaşı olduğu devletlerin de desteğini arkasına almış olacak.Yani burada ABD ve İtalya derken AB’yi de kastediyorum, sadece İtalya özelinde değil.Bu devletlerin de arkasında olmasını sağlayacak bir stratejik hamle yapıyor.Ama Türkiye, Libya hamlesiyle bu stratejiyi bozdu.Yalnız burada şu önemli: bizim bu anlaşmamız ne kadar geçerliyse onların da yaptığı anlaşmalar o kadar geçerli.Yani ne bizim yaptığımız anlaşma onların yaptığı anlaşmayı ortadan kaldırır, ne de onların yaptığı anlaşma bizim anlaşmamızı ortadan kaldırır.İkisi de aynı hukuki değerde ve geçerliliktedir.Ama bu, şu sonucu doğurur: Benim yaptığım anlaşmalarla benim hak ettiğim alanda sen de başka bir anlaşma yaptın.O zaman bunların hangisi geçerli olacak? Hangimiz buranın gerçekten sahibiyse onun yaptığı anlaşma geçerli olacak.Peki bunun tespiti nasıl olacak? İşte bunun tespitini şu anda  yapabilecek bir makam yok.Türkiye, Yunanistan ve bahsettiğimiz devletler  aralarında anlaşırlarsa bu sorun çözülebilir.Ama şu anda bu anlaşmaların hiçbirinin geçerliliği tam anlamıyla sağlanmış değildir.Çünkü karşı tarafın tezlerini, karşı tarafın hak iddialarını aştığı alanda hukuki olarak geçerliliği sorunludur.Türkiye’ninki de, Yunanistan’ınki de sorunludur.Dediğim gibi bundan sonra daha yapacağımız şeyler var.Onlara da dikkat etmemiz lazım.

K.K: Diğer sorumuzla devam edelim o halde.Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki mevcut tezlerinin uluslararası hukukla uyuşmayan bir yönü var mı?

Daha önce de anlatmaya çalıştığım gibi burada Türkiye’nin temel tezi, meseleyi bir hukuk zemininden çok siyasi zeminde ele almaktır.Yani Türkiye, meseleyi Doğu Akdeniz’deki doğal gaz, petrol gibi zenginliklerin paylaşılması değil, Kıbrıs’ın statüsünün belirlenmesi olarak görüyor.Bütün dünyanın GKRY’yi devlet olarak tanıyıp KKTC’yi tanımadığı bir ortamda KKTC’nin ortadan kalkmasını kabul ediyor ve GKRY’nin bütün Kıbrıs’ı kapsar bir devlet haline gelmesini istiyor.Yani Türkiye burada, bütün dünyayla uyumlu , bir sorun çıkartmayan devlet pozisyonunda ve bunu yaparken de diyor ki Kıbrıs sorununu çözersek ne olacak? Kıbrıs tek devlet olduğu zaman Kıbrıs’ın kıta sahanlığı, MEB’i problemi olmayacak.Çünkü Kıbrıs tek bir devlet olduğu için yani bugün olduğu gibi bölünmüş bir Kıbrıs olmadığı için ciddi bir sorun olmayacak.Türkiye ile Kıbrıs arasındaki kıta sahanlığı sınırını çizmek bugün bir sorun değil.Çok basit bir şekilde çözeriz onu. Ama bütün dünyaya şunu gösteriyoruz: Karşı tarafın yapmak istediği şey ‘üzüm yemek değil bağcıyı dövmek’.Yani GKRY, Yunanistan ve onu destekleyenler gerçekten Kıbrıs’ın birleşmesini istemiyor.Kıbrıs’ın gerçekten birleşmesi için gerekli olan fedakarlıkları yapmaktan kaçınıyorlar.Bütün her şeyin kendi istedikleri şekilde olmasını istiyorlar.Kendi istedikleri şey de nedir? Enosis temelli, sadece Rumların bir devletinin olduğu bir Kıbrıs istiyorlar.Yani orada yaşayan Türklerin bir halk olarak değil -ki BM belgeleriyle de Kıbrıs Türklerinin bir halk olduğu kabul edilmişken- bir azınlık grubu olarak sadece ve sadece azınlık haklarından yararlandığı bir devlet olmasını istiyorlar.Bu bütün BM’nin ve daha önce Yunanistan’ın, İngiltere’nin de kabul ettiği yani kendilerinin de kabul ettiği Kıbrıs’ta iki halkın var olduğu -Türk ve Rum halkları- ve bunların birlikte oluşturduğu bir devlet realitesini yani tek Kıbrıs Cumhuriyeti realitesini kabul etmiyorlar.İşte bu çerçevede de yapmak istedikleri şey: Hükümet Kıbrıs’ın zenginliklerini, doğal gazlarını şu anda siyasi olarak zor durumda olduğu için, borç yükü altında olduğu için bu borçların tasfiyesini sağlamak amacıyla ve kendi tezlerini de dünyaya kabul ettirmek açısından destek bulabilmek için çeşitli uluslararası şirketlerin özellikle Amerikan ve AB üyesi devletlerin sahip oldukları çok ortaklı şirketleri, çokuluslu şirketleri kullanarak pozisyon almak istiyor, olay bu.Türkiye de bütün dünyaya bunu gösteriyor ve Türkiye’nin şu anda arama yaptığı bölgelere bakarsak aslında buralar, Türkiye’nin hak talep ettiği bölgeler değildir.Buralar KKTC’nin hak talep edebileceği bölgelerdir.Türkiye, KKTC ile yaptığı anlaşmalar çerçevesinde KKTC adına o bölgelerde araştırma yapıyor.Eğer gerçekten Kıbrıs Cumhuriyeti KKTC’yi kabul ederse, yani gerçekten ‘ben artık bölünmeyi kabullendim’ diyorsa o zaman da bu problemin çözümü kolay.Yani oturur sınırları çizeriz, ondan sonra deniz sınırını da çizeriz.O zaman ne olur? Şu anda Rumların araştırma yapmak istedikleri yerlere biz de itiraz etmeyiz, burası gerçekten Rumların bölgesi deriz, hemen kabulleniriz.Ama siz tek devletli çözümü de kabul etmiyorsunuz, yani bunun için gerekli adımları atmıyorsunuz.İki devletli şu andaki durumu, bu statükoyu da yerine getirmiyorsunuz.Nedir derdiniz? Sadece Kıbrıs’taki bütün petrol ve doğal gaz kaynaklarını tek başına işletmek.Türkiye buna karşı olarak bu hamleyi yapıyor.Yoksa onlar bunu yapmaya kalkmasalardı, Türkiye onların bölgesi olabilecek yerlerde araştırma yapmak istemezdi.Yani Türkiye’nin yapmak istediği şey, aslında bu bölgenin kendisinin olduğunu iddia etmek değil, bu bölgenin bütün Kıbrıs halkının olduğunu iddia ederek bunu yapıyor.Yani burası Türklerin de zenginliğidir diye bunu yapıyor.Ama dediğim gibi Kıbrıs’ta bütün dünyanın da desteklediği ‘tek Kıbrıs olsun realitesini artık kabul etmiyoruz, bölünmüşlüğü kabul ediyoruz’ diyorsa Rumlar, bunu resmen kabul ederlerse bizim için hiçbir sorun yok.O zaman deriz ki: ‘sınır, uluslararası hukuk ilkeleri çerçevesinde böyle çiziliyor, o yüzden biz de artık şu bölgelerde araştırma yapmıyoruz, sizin burası’ deriz.Yani biz iyi niyetli davranıyoruz.Ama biz bütün dünyanın istediği, Kıbrıs’ın tek bir devlet olma realitesini, işgalci devlet diye yaftalanan devlet olarak biz, Kıbrıs’ın tek bir devlet olması için çırpınıyoruz.Bizim çırpınmamızın sebebi de oradaki Türklerin haklarını savunmak.Bu da GKRY ile bizim yaptığımız anlaşma gereğince uluslararası hukuka uygun.Ama dediğim gibi temel problem Rumların iki devlet istememesi, sözüm ona tek devlet istemesi.Fakat politik olarak iki devlet çözümüne yakın bir şekilde davranmak, yani Türklerin haklarını korumamak, sadece Rumların hakkı olarak görmek.O zaman iki devletli çözümü kabul ediyorsun sen pratik olarak.Sorun uluslararası hukuk temelinde bir sorun değil.Ama Türkiye’nin yaptığı bu hamlelerle hukuk temelli bir sorun olarakta görülse sorunu çözmek çok kolay.Rum tarafının siyasi olarak, gerçekten iyi niyetli bir şekilde bu sorunu çözmek için ‘ben ne yapmak istiyorum’ diyerek tezini ortaya koyması gerekiyor.İki devletse ‘tamam o zaman şöyle çözülür’, tek devletse ‘eyvallah o zaman hadi tek devlet olalım’ Şu anda ikisine de yanaşmayan, bundan fayda sağlamaya çalışan bir Rum yönetimi var.

K.K: Yani bundan maksat Enosis ile Yunanistan’a bağlanmak mı?

Şöyle ki, Yunanistan zaten AB’ye GKRY’yi alarak kısmen de olsa Enosis’i gerçekleştirdi.Artık AB’nin bütünleşmesi içinde iki devlet olarak bulunuyorlar.O nedenle kısmi olarak Enosis’le varmak istedikleri hedeflerin bir kısmını gerçekleştirdiler.Ama tabi asıl Enosis, bütün Kıbrıs’ı Rum yönetimi altına almaktır, onu beceremediler.İşte 1974 Kıbrıs Barış Harekatı buna engel oldu.Ama hala aynı niyetteler.Yani burada Türkiye’yi zor durumda bırakıp Türkiye’yi bütün dünyanın karşısına almaya çalışarak bütün Kıbrıs’ın topraklarına sahip olmak ama buna da sahip olurken, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken Kıbrıs Türküne verilen hakları, onların halk olduğunu gerçeğini yadsıyarak dediğim gibi azınlık olarak kabul ederek bu işi yapmaya çalışıyorlar.Bunun sonucu nedir? Bunun sonucu Kıbrıs’ın bütün zenginlikleri sadece Rumlara ait zenginlikler olacak, hedefleri bu.

K.K: Hocam bildiğim kadarıyla Meis Adasıyla alakalı Türkiye ile Yunanistan arasında kıta sahanlığı konusunda bir problem var.Bunu açıklayabilir misiniz, nerededir bu Meis Adası?

Meis Adası sorunu bu Doğu Akdeniz meselesinde Kıbrıs adasından sonra en önemli nirengi noktalarından, problemin temelini teşkil eden noktalarından bir tanesidir.Olayın bu zamana kadar Kıbrıs kısmını konuştuk.İkinci önemli kısmı Meis Adası.O biraz gözden de kaçırılıyor, gündeme de gelmiyor.Meis Adası, bugün bizim Antalya’mızın Kaş ilçesinin hemen karşısında olan bir adadır.Kıyıya üç milden daha yakındır.Yakınlığı beş kilometreden az, sanırım tam olarak iki kilometre civarı bir uzaklıkta bizim kıyılarımıza.Aslında birden fazla adadır.Yani küçük kayalıklar var etrafnda ama temel olarak Meis adası.Yunanca Meis göz demek, malum ‘kaş ve göz’.Yukarıdan baktığınız zaman -resimleri de var- bu ikisinin coğrafi olarak aynı kaş ve göz gibi olduğu için ismi de oradan geliyor.Meis Adası, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde Türkiye kıyılarına bu kadar yakın olan bir adası.Yunanistan bu Meis Adasını kullanarak Ege Denizi’nde kıta sahanlığını Kıbrıs’a kadar genişletmek istiyor, yani Yunan tezi bu. O bölgede malum Girit Adası var, bazı küçük adacıkları var.Onlardan itibaren Kıbrıs’a kadar, yani bugün GKRY’nin sahip olduğu topraklara kadar olan deniz alanını GKRY ile aralarında bölüşmek istiyorlar, Yunan tezi bu.Buna da dayanak olarak Meis Adası’nı kullanıyorlar.Çünkü Meis Adası Türkiye ile çok yakın olduğu için’ Meis Adası’nda kıta sahanlığı var’ deyip o aradaki bütün bölgeyi yani Türkiye’nin Akdeniz’de sahip olacağı geniş bir alanı Meis Adası sayesinde sahip olmaya kalkıyor, o yüzden Meis Adası önemli bir mesele.Adanın tarihçesinden birkaç şey söylemek istiyorum, benim için de önemli.Okuyucularımızı pek ilgilendirmiyor belki ama bence öğretici bir anım var.Asistanlığımın ilk yıllarında Uluslararası İlişkiler alanında yurtdışında, bilen bilir çok meşhur bir profesör olan Christopher Brewin -İskoç asıllı bir Britanyalıdır, önemli bir Uluslararası İlişkiler hocasıdır.- Türkiye’ye konferansa geldiğinde ben o zaman Marmara Üniversitesi’ndeydim.Konferans salonumuzda çok büyük bir Türkiye haritası vardı.Konferans başlamadan önce muhabbet ederken bana haritadaki Ege’de bulunan bazı adaları göstermeye başladı.İşte bu kime ait diye soruyor, ben de Yunanistan’a ait diye cevap veriyorum.Sordukça her seferinde Yunanistan cevabını alınca şaşırıyor yani böyle Allah Allah filan diyor.Sonrasında en son Meis Adası’nı gösterdi.O da Yunanistan’a ait dedim.Ona inanmadı yani gerçekten inanmadı hoca.Bu asistan, bu tıfıl adam yanlış biliyor diye düşünmüş olabilir. Yani Türkiye’nin bu adayı verdiğine inanmadı hoca.Orada bulunan başka profesörlere de sordu ve onlar da, salonda bulunan herkeste inanamadı.-ki bu bilinen bir şey, Meis Adası bize ait değil.- Hoca hala inanamadı, o gün onu Meis Adası’nın Yunanistan’a ait olduğuna inandıramadık.Yani böyle bir adayı Türkiye nasıl verir diye..

K.K: Yani bu ada Lozan Anlaşması ile verildi, değil mi?

Evet, işte onu anlatacağım.Onu henüz anlatmadım.Ama Meis Adası’nın nasıl verildiğini çok iyi biliyorum.Çünkü Lozan zabıtlarını okuduğunuzda orada şöyle bir durum var: Biliyorsunuz Lozan görüşmeleri kapitülasyonlar ve Osmanlı borçları nedeniyle kesintiye uğruyor ve İsmet Paşa’ nın başkanlığındaki bizim heyet geri dönüyor.Birinci toplantılar sırasında biz Meis Adası’nı İtalyanlara vermiştik, On İki Ada’ nın bir parçası olarak.Lozan’da da -isteyen bakabilir- açıkça On İki Ada ve Meis Adası diye geçer.Çünkü On İki Ada’nın bir tanesi değil Meis Adası.On İki Ada, malum Rodos etrafındaki İstanköy vs. adalardan meydana gelir.Meis Adası o adalara çok uzak, yani Bodrum nerede Kaş nerede.Fakat bizimkiler o zaman Meis Adası’nı On İki Ada’ nın bir tanesi zannederek vermişler.Sonra Ankara’ya geri döndüklerinde sanırım onlara söylemişler: ‘siz ne yaptınız, bu Meis Adası On İki Adadan bir tanesi değil.’diye.Lozan zabıtlarını açarsanız, bu geri dönüşten sonra ikinci Lozan görüşmeleri başladığında bizimkiler daha ilk oturumda bu meseleyi gündeme alıyorlar ve diyorlar ki: ‘biz Meis Adası’nı On İki Adadan birisi zannettiğimiz için size verdik, On İki Adadan biri değilmiş o yüzden geri istiyoruz.’ O zabıtları okursanız -ki ben okudum- tek tek bütün taraflar bizle dalga geçiyorlar.Orada benim ağrıma giden de şu olmuştu: Hani İtalyanlar dalga geçiyor, tamam onlara verdik.İngilizler, Fransızlar, Yunanlar dalga geçiyor da mesela Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı yani sonrasında adı Yugoslavya olan ülkenin temsilcisi de bizimle dalga geçiyor.Tabiki malum diplomatik bir dille dalga geçiyor.Orijinal metin Fransızca malum, ben Fransızca bilmiyorum.Türkçesi Seha L.Meray ‘ın tercümesiydi ki, Fransızca bilen arkadaşlarıma sorduğumda güzel tercüme edildiğini söylediler.Belki Fransızcasını okusam daha mı ağır hakaret geliyor bilmiyorum.Neyse Meis Adası böyle bir ada, bu şekilde verdik maalesef..

K.K: Peki hocam bu heyette bir hukukçu, bir uluslararası ilişkilerci yok muydu, neden uyarı yapılmadı?

Var.Ama mesele hukuk değil coğrafya bilmemek.On İki Ada’nın bir tanesi zannettiler.Ama tabi karşı taraf bunu biliyordu.O yüzden zabıta onu On İki Ada diye yazmıyor, On İki Ada ve Meis Adası olarak yazıyor.Tabi o zaman bizimkilerin uyanması lazımdı.Yani bu On İki Adadan bir tanesi değil ayrı söylendiğine göre.Lozan’a bakarsanız hep bu şekilde geçer: On İki Ada ve Meis Adası.

K.K: Hocam bir de hatırladığım kadarıyla bizim heyette yer alan bir katibin yazmayı unuttuğu bir adamız vardı, değil mi?

Hangisini kastettiğinizi bilmiyorum ama bizim meşhur bir Adakale meselemiz var.93 Harbinden sonra malum biz Balkanların önemli bir kısmını kaybettiğimizde yani Tuna’da artık toprağımız kalmadıktan sonra, Adakale diye Tuna’da bir adanın unutularak bizde kaldığını iddia etmiştik, iddia değil gerçekten böyle de olmuştu ve Balkan Savaşı’na kadar Adakale bizim toprağımız olarak kaldı.Fakat Balkan Savaşından sonra onu kaybettik.Yani 93 Harbinden sonra o topraklardan çekilmemize rağmen orada bir adamız -ki sadece Türkler yaşıyordu burada- vardı.Sonra barajların yapılmasıyla orası sular altında kaldı, şu anda böyle bir ada yok.Sizin başka bir kastınız varsa bilemiyorum, benim bildiğim bu.Başka öyle rivayetler, efsaneler dolaşıyor ama benim bildiğim bir tane bu var.

K.K: Peki hocam vaktinizi ayırıp bu önemli bilgileri bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar diliyorum…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Share post:

Subscribe

spot_imgspot_img

Popular

More like this
Related

Devlet Adamlığı Bilimi (Kitap Analizi)

Jeopolitiğin Tanımı ve Kapsamı Jeopolitik, günümüzde giderek önemi artan bir...

Kızıldeniz Nerede

1869 yılında Süveyş kanalının açılmasıyla Kızıldeniz oldukça öneme sahip...

Riyazet Nedir ?

Riyazet Ne demek ?  Riyazet bir tasavvuf terimidir. Riyazet...

ORTADOĞU’NUN KANAYAN YARASI: FİLİSTİN

Binlerce yıldır paylaşılamayan , saatli bir bomba gibi her...