KADIN VE DOĞANIN DANSI: BİR KURTULUŞ MÜCADELESİ OLARAK EKO-FEMİNİZM Dance Of Woman And Nature : Eco-Feminism; As A Struggle For Salvation

Date:

1.Giriş:
“Teslim aldım doğayı, yarıp geçtim her yerini
Kırdım kimsenin dokunamadığı mühürlerini
Rahmini, göğüslerini ve başını
Yani tüm gizlerinin saklı olduğu yerlerini
Parçalayıp açtım…” 
(Henry Vaugan, Vanity of Sprit)

17. yy da yazılmış olan bu şiir, aslında bu makalenin de çıkış noktasını oluşturmaktadır. Batılı beyaz eril, kadınların üzerinde kurduğu hegemonyasına yıllardır devam etmektedir. Fakat bununla da kalmamış, yıllardır doğaya hükmetmek istemiş, sömürmüştür. İşte tam da bu noktada Francoise d’Eaubonne 1974 yılında “Le Féminisme ou la Mort” adlı eserinde “Eko-feminizm” kavramını ortaya atmıştır. D’Eaubonne, kadının erkek tahakkümü altına alınmasındaki temel sorunun tarım toplumuna geçilmesi ile başladığını ileri sürmektedir. Tarım toplumuna geçiş ile birlikte erkek, toprak üzerinde tahakküm kurmaya başlamış ve onu kendine hizmet etmesi için zorlamıştır. Erkek toprağa tohumlar vermiş bunları büyütmesi için onu araç olarak kullanmıştır ve bunu kadın bedeninde de uygulamaya başlayacaktır. Bu beraberinde kadını ehlileştirmeyi (tecavüzü) de getirecektir. D’Eaubonne çözümün yeni bir hümanizmden geçtiğine inanmıştır ve bu hümanist akımın içerisinde kadın haklarının varolması gerektiğinden bahsetmiş buna da “Eko-Feminizm” adını vermiştir.
Erkek tohumun kendinden geldiğinin bilincine vardığı an itibariyle artık kadının vücudunu bir araç olarak görür çünkü tohum ondan gelir ve kadın bedeniyle onu büyütür. Bunların hepsi kadın-doğa özdeşleştirilmesinin temelidir. Tabiat anadır, kadındır. Erkek ise gök, tohum verendir.
Eko-feminizm bu benzerliği derinlemesine irdelemiştir. “Eko-feministler, diğer hiçbir teorinin gerçekleri tam anlamıyla yansıtmadıkları düşünerek yeni bir teori önermektedir. Onlara göre, günümüzdeki liberal, sosyalist, kültürel (radikal) feminist teorilerin tümü kadın ile doğa arasındaki ilişkiyi ele almış olsalar bile, her biri kendi yolunda düalist düşünce tarzından kurtulamamış, ya toplumsal olanı doğadan kopararak (sosyalist feminizm) ya da doğal olanı toplumsal olanı içine alacak biçimde genişleterek (kültürel feminizm) aynı ikilemin iki karşıt kutbunda yer almışlardır.
Ve eko-feminist bir bakış açısından her ikisi de yanlıştır, çünkü biri doğayı, diğeri kültürü seçmiş durumdadır. Oysa yapılması gereken böyle bir seçim değil, insan ile doğa arasındaki ilişkiyi yeni, diyalektik bir biçimde ele almamızı sağlayacak bir düşünsel yaklaşım üretebilmektir. Doğanın tahakküm altına alınması toplumdan kaynaklanmaktadır ve dolayısıyla yine toplum içinde çözülmek zorundadır. Bu yüzden de eko-feminizmin öznesi, doğal yasanın ürünü olan değil, toplumsal tarihsel bir varlık olan kadındır.(Berktay,2018)

2.Doğa İle Kadın, Bilim İle Erkek

“Logos, kadını ya ölü ya da vahşi olan ile özdeşleştirmiştir. Eko-feminizm yeryüzü için mücadele eder, aynı zamanda kadını güçlendirmek için. Bu herkesin sahiplenme ile olan ilişkilerini değiştirir.” (Kovel,1994)
Eko-feministler bu tahakküm altına alınışları ve aralarındaki benzerliklerin önemini ileri sürmüştür. Bakıldığında; kadın erkekler tarafından, doğa kültür ve bilim tarafından, duygu akıl tarafından tahakküm altına alınmıştır ve bunların birbirinden bağımsız özgürleşmesi beklenemez. Burada ki ayrımın ortak noktası bir tarafın hep hükmedici ve ezici, diğerinin ise hep üreten konumunda olmasıdır. Ataerkil zihniyet yalnızca kadın bedenini değil, yerli halkları, hayvanları, doğayı kendi çıkarları için sömürmekte ve aşağılamaktadır. Buradan yola çıkıldığında kadın özgürlüğünün başlangıcı ekolojik devrimin gerçekleşmesidir, çünkü kadınlar erkekler tarafından evin içerisine kapatılırken, erkekler dışarıda doğayı katletmektedir. Kadınların doğa ile olan birliği göz önüne alınınca ve etki açısından en çok kadınların etkilendiği düşünüldüğünde kadının kurtuluşu, bu seksist hâkimiyetten kurtulmasıyla başlayacaktır.
Eko-feministler doğaya yapılan bu sömürünün en çok kadınları etkilediğini gözler önüne sermektedir. Çevreye verilen her zarar kadının bedenine de verilmektedir. Günümüzde çevre tahribatından dolayı ortaya çıkan tüm hastalıklar, kirli sular, madde zehirlenmeleri, hormonlar doğrudan kadını etkilemektedir çünkü kadının sırtına bakım hizmetleri yüklenmiştir. Erkeğin doğaya verdiği bu zarar aslında kadını eve kapatarak bakım hizmeti vermesini sağlayan bir kısır döngüyü de doğurmaktadır.
Bakıldığında kadınlar, dünya üzerinde doğayı koruma konusunda ,erkeklere kıyasla, kendilerini daha sorumlu hissettikleri için kapitalizme, ataerkil yapıya ve doğanın sömürülmesine karşı durmaktadırlar. “Kadınlar hepimizi öldürmekte olan bu sistemde eşit katılımın ne önemi var diye tartışmaya başladılar ve eko-feminizm burada ortaya çıktı.”(Berktay,2010)
Eko-feminizm, sosyalist ve kültürel feminizmi sentezleyerek çözüm bulmaya çalışmıştır.
Sosyalizm gibi ideolojilerin ortaya çıktığı dönemlerde ekolojik sorunlar ikinci planda kalması ve dönemin öncelikli konularına yoğunlaşması nedeniyle eski ideolojiler, eko-feminizm çerçevesinde yeniden yorumlanmakta ve kendilerine özgü çözümlerini sunmaktadırlar.
Liberal eko-feministler:
Liberal Eko-feministler sorunun kaynağınınım yasalar ile değiştirilebileceğini savunmuşlardır. Hukuk ve yasalar, kadın-erkek, doğa-kültür arasındaki ilişkiyi yeniden düzenleyerek bu tahakkümün ortadan kalkabileceğini, yasalar ile hayvanlara ve doğaya daha ahlaki yaklaşılacağını öne sürmüştür. Tabi ki de öncelik olarak merkeze insanı aldığı için ne kadar tutarlı olduğu tartışmalıdır.

Kültürel eko-feministler:

Kadın ile doğa arasındaki ilişkiyi derinlemesine ele almışlardır. Kadın doğurganlığı ve doğanın eril tahakküm tarafından ele geçirildiğini ve ancak birlikte kurtuluşa gidileceğini söylemektedir. Kültürel feministler özellikle doğum ve anneliğe özel bir değer atfetmişlerdir.

Sosyalist eko-feministler:

Tepkisi sadece ataerkil düzenin doğa üzerindeki hâkimiyetine değil aynı zamanda kapitalizmedir. Bu düzeni besleyen ve devamlılığını sağlayan kapitalizmin aynı ataerkil zihniyet gibi, doğayı ve kadın bedenini araçsallaştırdığına dikkat çekmektedir. Kapitalizm ve ataerkil zihniyet tüketici konumundadır ve kadın bedeni ile doğayı sömürerek daha fazla üretmesi için zorlamaktadır. Artı değerin erkeklerin elinde olması erkeğin hüküm sürmesini kolaylaştırmaktadır ve erkek ya da kapitalizm, maksimum kazanç için katletmeye devam edecektir. Çözümün seksist olmayan ve hiyerarşiden uzak yeni bir toplum inşasından geçtiğini söylerler.

3.Sonuç:

Eko-feministler, tüketici ve üretici tarzını ortadan kaldırarak; doğa-insan, kültür-doğa, kadın-erkek arasındaki hiyerarşiyi ortadan kaldırmak ve bunu yeniden inşa ile çözüme kavuşturmak istemektedir. Kadınlar doğa ile birdir ve erkek her ikisi üzerinde de yıkıcı bir baskı kuraktadır. Zaman zaman doğa buna cevap verse de kadının ne zaman bir doğal afet tepkisi vereceği bilinmemektedir çünkü kadını baskı altına alan bu sistem, kadının tepkilerini kısıtlayacak ve engelleyecek bir sürü aracı sürekli içerisinde tutmakta ve beslemektedir. Eko-feministler sahada yoğun olarak çalışmaktadır fakat asıl sorunun çözüm kaynağı olan çevre ile ilgili karar alıcı mekanizmalarda bulunamamaktadır.
Tabi ki eko-feminizm diğer tüm düşünce sistemleri gibi bir takım çelişkileri içinde barındırmaktadır. Günümüzde hak ettiği değeri görmeye başlamış olsa da tam anlamıyla bir kadın özgürlüğünü sağlayabilir mi konusunda bazı eleştirilere maruz kalmıştır.
Eko-feminizm erkek-kadın, doğa-kültür, akıl-duygu ikiliklerinden bahsederken sadece iki cinsiyeti göz önünde bulundurmuştur. Kadın ve erkek temel aldığı iki cinsiyettir ve sadece bunlar üzerinden kurulmuş bir teoriye sahiptir. Oysa bakıldığında birçok cinsiyeti göz ardı etmekte ve diğer cinsiyetlere yapılan baskıyı görmezden gelmektedir yani biyolojik determinizmden kaçmayı ne yazık ki başaramamıştır.
Diğer bir eleştiri kadının doğurganlığı üzerinden doğa ile kurduğu benzerliği üzerinden yola çıkıldığında diğer kadınlık hallerini yoksaymasıdır. Böyle bakıldığında trans kadınlar, doğumu tercih etmeyen kadınlar ya da farklı sebeplerden doğum yapamayan kadınlar açısından hiyerarşik bir düzen oluşmaktadır. Bu kadınlar bu düşünce yapısı içerisinde dışarıda bırakılmaktadır fakat yine de aynı baskıyı yaşamaktadır. Trans fobi ve ötekileştirme yaratabileceği ihtimaller arasındadır.
“Doğa bizim iyimizin ve kötümüzün ötesinde doğadır ve onun için bu tanım gayet yeterlidir.” (Carlassare,1994) ve bu olasılıklar değerlendirildiğinde yerinde bir yorum olarak görülebilir. Günümüzde doğayla eş tutulmanın çok farklı anlamlara ulaşabileceğini savunan bir grup doğayı gerçek anlamda gözlediğimizde; doğada tecavüz, eş katli, çocuk boğumları görülebilir ve bunun kadınlarla eş tutulması tehlikeli anlamlar ifade edebilir. Özellikle alt gruplara inildiğinde eleştiri noktaları daha yoğun şekilde görülmektedir.
Yine de günümüz sorunları göz önüne alındığında eko-feminizm bir çok çözümü içerisinde barındırmaktadır fakat daha önce de söylediğimiz gibi başlangıç olarak karar alıcı mekanizmalarda kendisine yer bulması görünen en nitelikli çözümdür. Fakat ekolojik feminizm kadın mücadelesinde tek başına yeterli bir ideoloji midir? Tartışılır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Share post:

Subscribe

spot_imgspot_img

Popular

More like this
Related

Devlet Adamlığı Bilimi (Kitap Analizi)

Jeopolitiğin Tanımı ve Kapsamı Jeopolitik, günümüzde giderek önemi artan bir...

Kızıldeniz Nerede

1869 yılında Süveyş kanalının açılmasıyla Kızıldeniz oldukça öneme sahip...

Riyazet Nedir ?

Riyazet Ne demek ?  Riyazet bir tasavvuf terimidir. Riyazet...

ORTADOĞU’NUN KANAYAN YARASI: FİLİSTİN

Binlerce yıldır paylaşılamayan , saatli bir bomba gibi her...